Merhaba arkadaşlar işte yeni bir bölüm daha vote ve yorumları bekliyorum :):):D
Bir süredir hiç konuşmadan şu kızı takip ediyordum. Ellerini arkadan bağlamış öylece ilerliyordu. En sonunda bir kar yığınının önüne geldi ve durup bana baktı. Gülümseyerek:
"Buradan sonrası krallığımızın topraklarına giriyor. Lütfen yüksek sesle konuşmayın"
Kafamı olumlu anlamda sallayıp onu izlemeye başladım. Elini kar yığınının üstünr koydu ve gözlerini kapattı. Kollarındaki desenler birden mavi mavi parıldamaya başladı ve kar yığını eriyip buzdan bir kapı şeklini aldı.
"Lütfen önden girin" dedi kapıyı açarak.
Gülümsemeye çalışıp önden girdim. Buzdan bir koridordu burası. Sütunların üstüne farklı şekillerde desenler yapılmıştı. Kız kapıyı kapatıp yanıma geldi ve önüme geçip yürümeye devam etti.
"Artık krallığımızın sınırları içerisinde olduğumuza göre rahatça konuşabilirim"
"Neden dışarda konuşmadın?"
"Ah çünkü cadıların casusları her yerde"
"Ah anladım" dedim etrafa bakarken.
"İşte geldik" dedi bir kapının önünde durarak.
"Sana burada suyu kullanmayı öğreticez"
dedi kapıyı açarak. Kapının ardından geçince kendimi çok farklı bir yerde buldum. Vay canına inanılmazdı. Evler buzdan yapılmış ,küçük köşkleri andırıyordu. Yerler çimenlikti ve çiçekler yetişmişti. Tarımla uğraşanlsr bile vardı. En güzelide en teoede bulunan görkemli saraydı. Ağzım açık bu manzarayı izliyordum. O sırada bizim kız bir atlı arabaya binmişti. Etrafa bakarken onun kaybolduğunu fark etmemiştim. Birden onu göremeyince endişeye kapıldım ama atlı arabanın içinden bana el sallayınca onu gördüm ve rahatladım. Atların kişnemesi beni biraz ürkütsede onun yanına bindim.
"Nereye gidiyoruz?" dedim atlı araba yol alırken.
"Saraya" dedi nazikçe.
"Sarayda ne yapacağız?"
"Kral ve kraliçe seni bizzat görmek ve ağırlamak istedi"
"Ovv tamam"
Yol boyunca hiç konuşmadık. Sadece dışarıyı seyrettim. Bir dağın içinde resmen krallık vardı. Saraya sonunda gelmiştik. Aşağı inip derin bir nefes aldım. Atlı araba çok sarsıldığı için midem bulanmıştı. Kapıda iki tane zırhlı asker vardı. Bizi görünce hemen kapıyı açtılar. Sarayın girişi bile çok güzeldi. Bir sürü farklı renkte çiçekler ve ağaçlar vardı. Çiçeklerin kokusu çok güzeldi. Sarayın içi muazzamdı. Bir sürü porte ve büst vardı. Belkide daha önce hiç saray görmediğim için bu kadar şaşırıyordum. Taht odasına geldik. Kız bana döndü ve:
" İlk önce ben girim sonra seni çağırıcam" dedi. Başımı olumlu anlamda salladım ve beklemeye başladım. Kız içeri girdi. Dakikalar geçiyordu ama bu kız çıkmıyordu. Çok sıkılmıştım. Askerlere baktım. Belki onlarla konuşabilirdim. Tam yanlarına gidicektim ki kız geri çıktı.
"Hadi gel" dedi. Zorla gülümsedim biraz gergindim. Sonuçta ilk defa bir kral ve kraliçenin karşısına çıkıcaktım. İçeri girdim ve yavaşça yürüdüm. Kral ve kraliçe tahtta oturuyordu. Kral genç ve güler yüzlüydü. Kraliçede güzel ve alımlıydı. Ne yapacağımı bilemedim eğilsem mi ne yapsam diye etrafıma bakındım. İkiside birden kahkahayı patlattılar. Rezil mi oldum ne? Off ya.
"Özür dilerim daha nasıl davranacağımı bilmiyorum"
Kral gülümsedi.
"Gerek yok zaten sen büyücü olduğuna göre bu toprakları yönetiyorsun. Biz senin bir alt tabakan oluruz"
"Aa şey lütfen öyle söylemeyin"
Bu sefer kraliçe araya girdi.
"Gönderdiğin işareti gördük ve sana yardım etmek istiyoruz"
"Tabi bu görev nöbetçiye ait biz sadece sana kalacak yer falan ayarlayabiliriz" dedi kral. Gülümsedim artık işim kalmamıştı. Kızla birlikte salondan çıktık. Bana odamı gösterdi. Vay anasını o kadar yer gezdim böyle bir yerde kalmamıştım. Kız gülümsedi kapının yanında.
"Bu arada adım Elenor sana suyu öğretmekte görevli kişi benim"
"Peki ne zaman başlayacak?"
Dışarı baktı. Hava kararıyordu.
"Şafakta dışarı çık ön bahçeye"
"Tamam"
Kız çıktıktan sonra kendimi yatağa bıraktım. Oh be dünya varmış. Temiz bir banyo yapmalı ve üstümü değiştirmeliydim. Hemen banyo yaptım saçlarımı iyice köpükledim. Banyodan çıkınca tertemiz ve rahatlamış hissediyordum. Çantama baktığımda yedek üstlerimden birini çıkardım. Bir dahaki kasabada elbise almalıydım. Üstüme birşeyler giydikten sonra kapım çalındı. Gidip kapıyı açtım. Karşımda kraliçeyi görmeyi beklemiyordum. Gülümsedi.
"Ah umarım rahatsız etmiyorumdur"
Şaşkınlıktan ellerimi havada salladım.
"Hayır hayır ne zaman isterseniz gelebilirsiniz"
Çocuksu bir gülümseme yüzüne oturdu. İçeri girmesi için ona yol gösterdim. Birden arkasını döndü ve koridora baktı.
"Gelin" dedi ve içeri girdi. Kapının hemen yanında birkaç kadın belirdi. Ellerinde elbiseler vardı. Noluyo lan demekten kendimi alı koyamadım. Tabii sessizce mırıldandım. Heyecanla bana baktı.
"Elbise sıkıntısı çektiğini düşündüm ve senin bedenine uygun birşeyler buldum denemek ister misin? Birde büyücü olduğunu kimse bilmiyor yani dikkat çekmemen gerek" dedi umutla.
Ne diyim şimdi bu kadına. Hevesini kırmak istemedim.
"Olurr"
Kadın hemen eline geçirdiği ilk elbiseyi bana verdi ve giymeye yolladı. En azından elbise sade bişeydi. Süslü şeylerden her zaman nefret ederdim. Çıkımca hemen yanıma geldi ve elini çenesine koyup incelemeye başladı.
"Tamam şimdi bunu dene" dedi elime bir tane daha vererek. Giydim ama fala gösterişliydi. Çıkınca yine yanıma gelip inceledi.
"Olmadı bu çok süslü"
Ne kadar zaman onunla böyle vakit geçirdiğimi bilmiyordum ama uykum gelmişti. O kadar üstün içinden sadece bir kaç tanesi üzerime olmuş ve kraliçenin hoşuna gitmişti. Birde benim beğendiğim sade bir elbise vardı. Dizlerime kadar geliyordu ve askılıydı. Yakası fazla açık değildi buda beni mutlu etmişti. Zaten kraliçe zayıf gibi olmamdan şikayet etmişti. Beyaz belden lastikli bir elbiseydi. Tamamıyla günlük sade ve rahat. Onu ben istediğim için kraliçe fazla birşey dememişti. Yorgunluktan ölmüş bir şekilde uzandım ve uykuya daldım. Sonuçta şafak vaktinde kalkacaktım.
-Ufuk-
Sesler güzelim uykumu bozmuştu. Ne olduğuna bakmak için uyku sersemi bir halde kalktım. Tüm muhafızlar aceleyle kalkıyordu ve dışarı çıkıyorlardı. Tüm muhafızlar gözcüler dahi ön bahçede toplanmıştı. Bende onlara katıldım. Müdür herkesin geldiğine emin olduktan sonra dehşet dolu gözlerle bize baktı.
"Arkadaşlar çok büyük bir sorun ile karşı karşıyayız. Ne yazık ki cadılar kıdemli cadılarını toplamış. Bunu yarında söyleyebilirdim ama şimdi söylemek zorundayım."
Üzgün gözlerle bir kez daha bizleri inceledi.
"İnsanlara saldırmaya başladılar. Bu gece kasabada bir katliam oldu yarın bakmaya gidicez"
Herkes şok olmuştu bende öyle. Orada Yavuzlar ve ailesi vardı. Herkes yatağına döndü. Oda da bile hala konuşuyorlardı. Müdür geldikten sonra muhafızlarla aynı odada kalmamı istemişti. Yatağa yattım ve zorlukla uyudum.
"Ufuk kalk hadi Ufuk"
Gözlerimi zorlukla açtım ve beni kaldırana baktım.
"Sen miydin Buğra" dedi uykulu uykulu ve esneyip diğer tarafa döndüm.
"Ufuk hadi kalk kasabaya gidicez"
Gözlerim birden açıldı.
"Doğru gitmemiz gerek hemen geliyorum" dedim yataktan fırlayarak. Hemen elimi yüzümü yıkadım ve üstümü giydim. Ama kahvaltı etmemiştik.
"Buğra kahvaltı?"
"Haa sen git kahvaltını yap bizim grup çıkacağı zaman sana haber veririz"
"Tamam"
Gidip kahvaltımı hızlı hızlı yaptım. Hiç bu kadar acele etmemiştim. Yavuzun ve kasabanın durumunu merak ediyordum. Bu cadılar ve büyücüler arasındaki bir savaştı insanları dahil etmemeleri gerekiyordu. Kahvaltımı edip dışarı fırladım. Bizim grup toplanmıştı. Buğra yanıma geldi.
"Bende tam seni çağırıyordum hadi gidelim" dedi.
Hep birlikte yola çıktık. Zaten fazla uzak değildi. Ama asıl manzara köye girince oldu. Çok berbat bir görüntüydü. İnsan cesedleri etraftaydı. Her yer yıkılmış ve yanmıştı. Tamamen harebeye dönmüştü. Yerde yatan çocuk cesetlerini gördükçe içim sızlıyordu. O eski parkta artık çocuklar yoktu. Parkın ortasındaki suyun yanına geldim. İçinde bir ceset vardı ve kanı suya dağılmıştı. Aklıma Yavuzlar geldi. Doğru ya onlara bakıcaktım. Sokakta koşturmaya başladım. Bir yandan da cesetlere basmamaya çalışıyordum. Evin önüne geldiğimde ilk gözüme çarpan kapı eşiğindeki ince koldu. Yutkunup kapıyı araladım. Çok kötüydüm. Kapı bir şeye takıldı. Kenardan geçtim ve neye takıldığına baktım. Tahmin ettiğim gibi o küçük kızdı bu. Ama ölmüştü. Küçük vücudu kanlar içindeydi ve üstünde sinekler uçuşuyordu. Onu kenara çektim. İçerde berbat bir koku vardı. Salona girince olduğum yerdeyığıldım. Gözümden bir damla yaş süzüldü. Tüm aileyi öldürmüşlerdi. Yavuzun annesi ve babası tavanda asılıydı. Yerde yanık sopalarını buldum. Daha fazla dayanamayıp dışarı çıktım. Bu çok fazlaydı. Midem bulanıyordu temiz hava biraz iyi gelsede yinede kustum. Daha önce böyle birşey görmemiştim. Bir anda aklıma hücüm etti. Yavuz yoktu orada. Tabi ya Yavuz neredeydi? Hemen kapıyı hızlıca açtım ve tüm odaları teker teker kontrol ettim. Hiç birinde Yavuz yoktu. Dışardan sesler gelince çıkıp baktım. Başkan ve Buğra dışarıdaydı. Hemen onların yanına gittim.
"Sende mi buradaydın?" dedi başkan. Yüzü bembeyaz olmuştu. Eve baktı.
"Burası sihirbaz bir ailenin evi değil mi?"
"Evet" dedim zorlukla.
"İçerisi nasıl?" dedi Buğra endişeyle.
"Bence girmeyin. Cesetler çürümeyr başlamış ve berbat bir koku var. Daha önce öldürülm" demeden o koku yine aklıma geldi ve ağzımı tutup kenarda biryere kustum. Arkadan başkanın sesi geliyodu.
"Demek o kadar kötü"
Sonuç olarak hiç birşeye dokunmadan geri gittik. Eğer karışsaydık insan hükümeti fark edebilirdi. Bunu yapanlar cezasını mutlaka çekecekti.
-Yonca-
Gözlerimi hızlıca açıp etrafa baktım. Şafak vakti olmuş muydu acaba? Üstüme dünkü elbiselerden birini geçirdim. Hemen aşağıya inmeliydim. Ön bahçeye indim ama kimseler yoktu. Havaya bakınca şafak vakti olduğunu anladım. Tam karşıda bir gölge belirdi. İşte o kız geliyordu. Yavaş ve nazik adımlarla ilerliyordu. Yine yüzünde o gülümseme vardı. Yanıma vardı.
"Ah erkencisin"
Beceriksizce gülümsedim.
"Yani daha yeni inmiştim"
Kafasını salladı.
"Hmm anladım hadi beni takip et" dedi ellerini arkasında birleştirdi ve geldiği yoldan yürümeye başladı. Arkasından sessiz adımlarla onu takip ettim. Şehre giden yoldan saptı ve ormana girdi. Yine mi orman? Bezmiş bir şekilde ormana bakarak ilerledim. Ormana girince orada değişik bir hava olduğunu hissettim. Çok hoş bir rüzgar esiyordu ve kuşlar cıvıldıyordu. Bir şelalenin yanına geldik. Çok güzel bir manzaraydı. Daha önce bir şelaleyi bu kadar yakından görmemiştim. Kız suyun yanına geldi ve oturdu. Suya elini daldırdı. Bende yanına oturdum ve onu merakla izlemeye başladım.
"Su çok saf değil mi?" dedi bana bakarak. Düşündüm aslında o kadar değildi.
"Evet bende öyle düşünüyorum su saf değildir gerekirse kan akıtır"
Bu kız düşüncelerimi okuyo.
"Şimdi su ilk başta narinlik sonra sertlik ister öncelikle ona nazik davran işte böyle"
Suya daldırdığı elini kaldırdı. Su damlaları düşmeden etrafa dağılmaya başladılar.
"Şimdç sert davranalım"
Elini sertçe birine çarptı. Su birden bir kılıç halini aldı.
"Şunu izle " dedi kılıcın sapını tutarak. Ayağa kalktı ve en yakın ağaca kılıcı savurdu. İlk başta birşey olmadı. Zaten su ağacı kesemezki dedim kendi kendime. Birden ağaç yıkıldı ve yere düştü.
"İşte böyle" dedi kız yine tuhaf gülümsemesini takınarak. Gözlerimi ardına kadar açmış ona bakıyordum. Nasıl su ağacı kesebilmişti? Geldi vek tekrar yanıma oturdu.
"Bir denesene" dedi suyu işaret ederek. Teredditle elimi suya daldırdım ve avcuma biraz alıp döktüm. Bir kaç damla havada uçuştu ve yere düştü. Kız biraz öylece baktı sonra tekrar gülümsedi.
"İlk denemede olmaz zaten yinede damlalar havada uçuştu bu bile iyi sana tekniği öğrettim gerisi sana kalmış. Suyu hayal gücüne göre şekillendirebilirsin ve istediğin gibi kullanabilirsin. Benim işim bitti. Ara sıra yanına uğrar durumuna bakarım" dedi ayağa kalkarak. Bu demek oluyordu ki sen burada kal ve çalışmaya devam et.
-Yavuz-
Gözlerimi zorlukla açtım ve en son neler olduğunu hatırlamaya çalıştım. Başım çok kötü ağrıyordu. Ayağa kalkmak istedim ama ellerim ve ayaklarım bağlıydı. Gözlerim karanlığa alışınca etrafı inceledim. Bir zindandaydım.
"Ah sonunda uyandın. Seninle karşılaşmak gerçekten de büyük tesadüf" dedi tanıdık sinirbozucu bir ses. Gözleri yerden kaldırıp ona baktım. Tabikide Nick'di bu.
"Ne istiyorsun?"
"Ah sadece seni burada tutuyorum. Sonuçta seni kurtarmaya birileri gelicek" dedi pis bir sırıtışla. Arkasını dönüp gitti.
-Yonca-
Tamam bir daha daha nazik olmalıyım dedim kendi kendime. Su her seferinde elimden kayıp gidiyordu. Öğlen olmuştu ama hala suyu becerememiştim. Denedim denedim en sonunda bıraktım. Vaktim yoktu daha öğrenecek bir sürü büyüm vardı. Kendimi topladım. Bir kez yaparsam yeterli olucaktı. Sonradan antreman yaparak onu güçlendirirdim. Sakince oturdum ve kendimden emin bir şekilde suyu aldım ve damlattım. Evet olmuştu kendimden emin olduğumda oluyordu. Elimi o kız gibi sertçe çırptım birşey olmadı. Sonra kızın sözlerini hatırladım. Hayal gücünle şekillendir demişti. Beynimde bir kılıç hayal ettim. Su damlaları kılıç şeklini aldı. Başardığıma göre hemen öteki yere geçmeliydim. Saraya geri döndüm. Bu sırada köylüler bana birazda olsa tuhaf bakışlar atıyordu. Koşarak saraya girdim ve kzı aradım. Onu en sonunda buldum. Yapabildiğimi ona da gösterdim. Gözlerinde bir ışıltı oldu.
"Bu kadar hızlı öğreneceğini hiç düşünmemiştim"
"Bende"
"Şimdi ne olucak?"
"Diğer yere geçmem gerek"
"O zaman kral ve kraliçeye haber verelim"
"Tamam"
Taht odasına girdik. O selamlarken ben yine ayakta kaldım. Kral yine sıcak bir gülümsemeyle bana baktı.
"Ne oldu?"
" Ben suyun temelini öğrendim şimdi gitmeliyim"
İkisinin yüzü birden soldu.
"Ah öylemi" dedi kraliçe üzgün bir ses tonuyla.
"Evet zamanım kısıtlı öğreneceğim bir sürü büyü var"
"Tamam nereye gidiceksin şimdi" dedi kral.
"Haritadan bakmam lazım"
"Haritayı getir lütfen"
Koşarak odama gittim ve haritayı aldım. Geri geldiğimde bir masa kurulmuştu.
"Getir bakalım" dedi kral. Harityı masaya serdim ve sıradaki yeri göstermesini istedim. Baya uzakta bir yerdeydi. Gitti ve bir yerde durdu. Haritanın üstünde o bölgenin adı yazıyordu: Canavarla Bölgesi
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Son Büyücü(Tamirde :D)
FantasiÇok mutlu bir hayatım vardı. Hayatım bir anda karardı Önce annem ve babam öldü Sonra kasabaya taşındık Herşey o şatoyu görmemle başladı Ben dünyadaki son büyücüydüm