Final/Bölüm:1

2.7K 144 61
                                    

Merhabalar baya uzun oldu bölüm atmayalı. Özür dilerim. Neyse iyi okumalar.
Ertesi sabah şafak vakti karşıdan borazan sesleri yükseldi. Açık açık savaş ilan ediliyordu. Tüm dikkatler oraya toplanmıştı. Cadılar toplanmış yanlarında getirdikleri binekler ve süpürgelerle savaşa hazırlanıyorlardı. Orduyu komutanlara bıraktım. Savaş alanına sızıp Yoncayı bulacaktım. Cadılar gibi görünmek için değişim büyüsü yaptım. Planım istediğim gibi gidiyordu. Cadıların alanına yaklaşınca atımı bir ağaca bağladım ve hızlıca aralarına karıştım. Etraf savaşa hazılık yapıldığı için çok karışıktı. Bende bu karışıklıkdan yararlanıcaktım. Ayrıca komutanlarını öldürürsem adamlarımın savaşıp ölmesine gerek kalmayacaktı. Çünkü Nick ölünce ordusu komutansız kalacaktı. Etrafa bakınmaya başladım. O büyük dairenin tam kenarında diğerlerinden daha büyük bir çadır kuruluydu. İçeriye cadılar girip çıkıyordu. Hatta bir ara geçenlerde savaştığım cadılardan birini bile gördüm. Bir yer vardı ki diğer yerlerden daha sessiz ve sakindi. Hatta neredeyse kimse yoktu. İşte orada onu gördüm. Görmemle yumruklarımı sıktım ve arkamı döndüm. Onu bu halde görmek içimi acıtıyordu. Saçları tekrardan beyaz hale dönmüştü ve mor gözleri ifadesizce etrafa bakıyordu. Beyaz ince saçlarının bir kısmının üzerinde kan kurumuş ve beyaz saçını kızıla çevirmişti. Ayrıca alnından aşağı doğru gözünün yarısını kaplayan kurumuş kan lekesi vardı. Üstü başı yırtılmış ve kesikler içindeydi. Tam bir esir daha doğrusu bir köle gibi görünüyordu. Nick'i bu yaptığına pişman edicektim. Boynunda siyah bir çember vardı. Daha önce bu şekil bir çember görmemiştim. Elleri zincirle bağlanmıştı ve bir kafesin içinde duruyordu. Yanına usulca yaklaştım. Ses çıkarmamaya özen gösteriyordum.
"Yonca?" dedim neredeyse fısıltıyla. Bana baktı ama gözleri bomboştu.
"Seni buradan kurta-" sözümü tamamlayamadan arkadan bir patlama sesi geldi. Sanırım ilk kuvvetler savaşa başlıyordu. Az önce dopdolu olan yerledeki cadılar birer birer kaybolmaya başladı. Etrafa baktım ve kapısını ve zincirlerini açacak bir anahtar buldum. Aslında biraz demir bulsam işimi görücekti. Etrafımı bir kez daha kontrol edip kılıcımı çıkarım ve parmaklıkları iki vuruşta kestim. Yine etrafa baktım ve birinin görüp görmediğini kontrol ettim. Şimdi elindeki zincirlerden kurtulmalıydım. Ama kılıçla kesemezdim çünkü ona zarar verebilirdim. Etrafıma bakındım. Ne yapmalıydım? Ne?
Ayrıca garip bişey vardı. Yonca hiç konuşmuyor sadece boş gözlerle bana bakıyordu. Baya kilo verdiğini fark ettim. Ellerindeki zincirler bileklerinde morluklar ve yaralar oluşturmuştu. İçeri yavaşça girdim. Bana bakıyordu. Ellerini yere sabitledim ve tam kökten zincirleri kestim. En azından zincirin kalan kısmı ağırlık yapmazdı.
"Hadi gidelim" dedim ve kapıya doğru ilerledim. Ama o gelmiyordu.
"Yonca? Gitmek istemiyor musun?"
Ses yoktu. Etrafı bir kez daha kontrol ederek onu kucakladım ve dışarı çıktık. Buraya tek başıma gelmem çok tehlikeliydi. Ayrıca Yonca da hiç bir şey yapmıyordu. Nasıl atımın yanına gideceğimi düşündüm. Görünmezlik büyüsüyle bu işi halledebilirdim ama Nick mutlaka beni görürdü. En azından ona görünmeden gitmeye çalışabilirdim. Fazla acele ettiğimin yeni farkına varmıştım. O kadar endişelenmiştim ki plan yapmadan buraya gelmiştim. Görünmezlik büyüsü ile iki dakika içinde görünmez olmuştuk. Etrafı kontrol ede ede ilerliyordum. Birilerine çarpmamaya çalışıyordum. Şansıma bir cadı bana çarptı ve geriye döndü. Hiç bir şey görmeyince çok tuhaf oldu. Bana yaklaştıkça geri çekiliyordum. Zaten sıkışık bir yerden geçiyordum. Duvara yapışınca içimi büyük bir endişe kapladı. Beni fark etmesin diye nefesimi bile tutmuştum. Tam bana dokunacağı sırada arkadaşı ona seslendi ve boş verip gitti. Nefes nefese kalmıştım. Acele edip devam ettim. Geldiğim gibi çıkabileceğimi hiç zannetmiyordum. Etrafı çabuk unutmuştum. Atın yerini hatırlayamıyordum. Etrafta biraz gezdikten sonra cadıların ormanlık alanın yanında bir yerde toplandıklarını fark ettim. Biraz yaklaşınca atımı ve Nick'i gördüm. Ne yazık ki atım ölmüştü. Lanet edip hemen ağaçların arasına saklandım. Zar zor nefes alıyordum. Bunca yolu nasıl gideceğimi düşündüm. Büyük çaplı bir büyü yaparsam anında fark edilirdi. Çalıların arasında belimi ağaca yasladım ve kayarak oturdum. Yoncaya baktım. İçimi bir neşe kapladı. Onu bulduğum zaman o kadar rahatlamıştım ki şimdi bile onu kurtarmak için geldiğime pişman değildim. Ama çok tuhaf davranıyordu. Onu bulduğumdan beri tek kelime bile etmedi. Sadece etrafa boş boş bakıyordu. Sanki sanki beni tanımıyordu. Etraf biraz sessizleşince onu kaldırdım ve elinden tutup ormanın içlerine doğru çekiştirmeye başladım. Gökyüzünde parıldayan alevler vardı. Muhtemelen savaşın sonlarındaydılar. Bugünlük onların yanında olmayabilirdim ama en kısa zamanda oraya geri dönücektim. Daha önce gelirken sesini duyduğum bir şelale vardı. Eğer onu bulabilirsek yolumu bulabilirdim. Böylece kaleye daha hızlı dönebilirdik. Beklediğim gibi şelaleyi buldum. Ay ışığı şelaleye yansımış ve güzel bir manzara sunmuştu. Eğilip yüzümü yıkadım ve susuzluğumu giderene kadar kana kana içtim. Yonca öylece ayakta bekliyordu. Onu çekip oturttum ve yüzüne biraz su vurdum. Suyu görünce o da içmeye başladı. O kadar çok içtiki patlayacak sandım. Aç olmalıydı bende acıkmıştım.
"Yonca?"
Bana boş gözlere baktı.
"Neden konuşmuyorsun?"
Sessizlik. Rüzgar yavaşça esti. Gerçekten de çok üzülüyordum. Hepsi benim hatamdı. Eğer daha önce fark etseydim Nick asla aramıza girmeyecekti ve onu götüremeyecekti. Son bi umutla onu omuzlarındam sarsdım.
"Neden konuşmuyorsun?"
Sesim biraz fazla çıkmıştı. Derinlerden bir kahkaha sesi duydum. Bu sesi tanıyordum ve lanet olsun duymak istemiyordum. Ağaçların arasından birşey çıktı ve bana doğru gelmeye başladı. Yüzünde pis bir sırıtış vardı ve tamamen siyahlara büründüğü için onu bu karanlıkta fark edememiştim. Sesini bile duymamıştım. Kulaklarım sese karşı hassas olsalar da. Neredeyse gülmek üzeri bir sesle konuşmaya başladı.
"Onunla konuşmaya çalışman aşırı derecede komikti"
Kaşlarımı çattım. Sinirliydim. Elini Yonca'nın omzuna koydu.
"O artık benim oldu"
Öfkem giderek artıyordu.
"Seni pislik" diyebildim sıktığım dişlerimin arasından.
"Tamam bu kadar sohbet yeter" dedi ve Yoncaya baktı.
"Yonca?"
"Evet efendim" dedi donuk bir sesle.
"Onu öldür ve bana geri dön"
"Emredersiniz efendim" dedi tekrar donuk bir sesle. Gözlerindeki renk adeta solmuştu. Ayağa kalktı. Hadi canım gerçektende dediğini yapacak mıydı?
"Yonca sen ger-?" demeden çekilmek zorunda kaldım. Az önce çıkardığı kılıçla bana saldırdı. Kılıcını alevledi ve tekrardan saldırdı. Bir daha geri çekilmek zorunda kaldım. Nick'e göz ucuyla baktım. Bana sırıtarak pis bir bakış atıp arkasını döndü ve karanlığın içinde kayboldu. Onunla dikkatim dağıldığı için Yoncayı unutmuştum. Son anda kaçınmamla kolumun yanından sıyırarak geçti. Acıyla inledim ve kanayan kolumu tuttum. Bu şekilde olmazdı ona zarar vermeden etkisiz hale getirmeliydim. Kılıcımı kınından çıkardım ve ona doğrulttum. Bir hamle daha yaptı. Onu blokladım ve geri ittim.
"Yonca yeter!"
Bana boş gözlerle bakıyordu. Kılıcımı ters çevirdim (Kılıçların arkası kesmez). Ona doğru yukardan bir saldırı yaptım. Kılıcıyla blokladı ama güçsüz düşmüştü. Ona kılıcı biraz daha yaklaştırdım. Yüzümüz birbirine çok yakındı. Kılıcındaki alevler boş gözlerinin içine yansıyordu. Onu ne kadar özlediğimi birkez daha fark ettim. Yüzüme bir gülümseme yayıldı. Yüzü biraz şaşırmış gibi göründü ama hemen eski haline geri döndü. Kolları daha da kuvvetlendi ve beni geri püskürttü. Geriye resmen uçtum. Etrafındaki aura karanlık bir hale büründü. Güç büyüsü yapmıştı. Kılıcının alevini söndürerek yere attı. Elini bana doğru uzattı. Arkasında 5 tane mavi büyü çemberi belirdi. Havaya kara bulutlar toplanmıştı. Birden büyü çemberlerinin içinden mavi ve yakıcı plazmalar( maddenin 4. hali) bir doğru şekilde çıkmaya başladı ve direk benim üzerime geldi. Şanslıydım ki son anda büyü kalkanımı açmıştım. Ama güç o kadar fazlaydı ki kalkanım kenarlardan kırılmaya başladı. Kollarımın kenarından sıyıran yakıcı plazma etimi resmen pişirmişti. Kan kolumdan aşağıya doğru inerken kırılmak üzeri olan kalkanı bir kez daha güçlendirmek için çabaladım. Bunun sonucunda ortada büyük bir patlama oldu ve o güçle geriye doğru düştüm. Başımdan darbe almıştım ve üstüm paramparça olmuştu. Yonca bana yaklaştı ve elni bir kez daha kaldırdı. Kalan son gücümle onun elni tuttum ve çektim. Bir sessizlik oldu. Herşey sessizdi. Ona sıkıca sarıldım. Gözümden bir damla yaş düştü ve onun saç tellerinin arasında kayboldu.
"Seni seviyorum" diye fısıldadım kulağına.
"Hem de çok seviyorum" dedim bir kez daha. Kafasını kaldırdı ve bana baktı. Soluk gözlerinden yaşlar akıyordu. Sonra eliyle gözündeki yaş damlasını aldı ve şaşkın bakışlarla önce eline sonra bana baktı.
"Bben" dedi zorlanarak.
"Bben" dedi bir kez daha titreyen bir sesle.
"Özür dilerim"
"Şükürler olsun" dedim. Bende ağlıyordum. Ona sıkıca sarıldım ve bir süre öyle kaldık. Sonra savaş aklıma geldi. Yonca için yanlış bir karar vermiştim ve ordumu bırakmıştım. Yoncayı yerden kaldırdım. Daha tam kendinde değildi ve zar zor yürüyordu. Saçları normale dönmüştü gözleride öyle.
"Yonca"
Bana merakla baktı.
"Hemen kaleye dönmemiz gerekiyo askerlerimin yanına"
"Aa tamam"
Tökezledi. Onu tuttum. Elini havaya kaldırdı. Birden etraf biraz sarsıldı ve boyut kapısı açıldı. Şaşkınlıkla kapıya baktım ama Yonca pek de iyi değildi. Bana zar zor tutunuyordu. Yüzünü eğmişti. Yere bir şeyler damladığını fark ettim. Hemen Yoncanın çenesinden tutup kendime çevirdim. Ağzının kenarından kan sızıyordu.
"Hhadi çabuk gidelim. Daha fazla açık tutamicam."
Onu kucağıma aldım ve geçitten geçtik. Sarayımın bahçesindeydik. Onu hızlıca revire götürdüm. Çok fazla ve güçlü büyü kullanmıştı bu yüzden de vücudu bunu kaldıramıyordu. Revire bıraktım ama başında beklemeye vaktim yoktu. Zırhımı giydim ve 1. kale saflarına doğru yola çıktım. Ben yokken İlya Krallığı bize buz ejderlerini göndermişlerdi. Birde 1 tane buz ejdarhası vardı. Ejderhaya binip yükseğe uçtum. Bunun için onlara minnetardım. Ejderhaların soyu neredeyse tükenmek üzereydi. Birinci kale surları tamamen yıkılmıştı. Cadılar sandığımdan daha güçlüydü. 2. saflar zar zor ayakta duruyordu. 3. saflar ise biraz yaralıydı. İlerden bir borazan sesi duyuldu. Cadı birlikleri bir kez daha saldırıyorlardı. Şafak vaktiydi ama cadılar o kadar çoktu ki gökyüzü gece gibi kapkaranlıktı. 2. saflara indim ve askerleri boşaltmaya başladım. Herkesi 3. saflara alıp orada güçlü bir savunma oluşturmak niyetindeydim. Askerlerin taşınmasın yapılırken gelenleri durdurmak için bir birlik ve ben yaklaşık bir kilomegre öteden bekliyorduk. Kırtadam formumu aldım ve karşıdan gelenlere doğru koşmaya başladım. Gurubumun çoğu kurtadamlardan oluşuyordu. Hepimiz uzunca uladık ve sivri pençelerimizi çıkardık. Sihirbazlar arkada kaldı ve bize arkadan sihirli yaularla destek verdiler. En azından onları iki saat oyalayabilmiştik ama çok yorgunduk. Cadıların ardı arkası kesilmiyordu resmen. "Lanet olsun" dedim eliöde kıvranan çirkin kadına pençelerimi geçirirken.
"Komutanım bir dalgayı daha kaldıramayız" dedi askerlerimden biri.
"Askerler ne durumda? Taşıma bitti mi?" O sırada uzaklardan bir ulama işittik. Bu taşınmanın tamamlandığına işaretti.
"Bu cevaba göre artık geri çekiliyoruz."
Ve böylece savaşın 1. günü bitmiş her iki tarafta çekilmiş ve yaralılarıyla ilgilenmeye başlamıştı.

Son Büyücü(Tamirde :D)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin