Merhabalar herkese iyi okumalarr :):)
Kağandan öğrendiğim teknikle parmaklarımın arasından pençe benzeri silahımı çıkardım. Son kez eve baktım. Kapının yanında küçük Melisin elbşselerini giyen iskelet duruyordu. Geçen zamanın üstünden bedeni parçalanmış ve kemikleri ortaya çıkmıştı. Daha da sinirlendim bunun sorunlusunu er geç bulucaktım ve bulunca intikamımı alıcaktım. Daha sonra gelip onları gömücem diye söz verip şatoya doğru koşmaya başladım. Geçen bir yılın ardından buralar baya değişmişti. Ormanda hızı kullanamadığım için yavaşladım. Kapıya gelince kapşonumu kafama geçirdim ki yüzüm tanınmasın. Nöbetçilerden geçmek için izin istedim ama vermediler bende zor yolu kullandım ve onları öldürmeyecek şekilde yaraladım. Birini yanlışlıkla ağır yaraladığım için güç büyüsünü kullanarak onu yakasından tutarak sürükledim. İçerisi çok daha başka biryerdi sanki. Şato o eski gördüğümden tamamiyle değişmişti. Artık okul olarak kullanılmıyordu. Bizzat kraliyet sarayı olarak kullanılıyordu. Geçtiğim patikanın yanında hoş bir göl yer alıyor ve tüm saray bölgesini kapsıyordu. İçinde lotus çiçekleri vardı. Yürüdüğüm patika tamamen beyaz mermerden oluşuyordu ve önümde saraya çıkmak için uzun bir merdiven vardı. Nefes nefese yukarıya ulaştım ve adamı çektim. Bahçede bir adam ve bir kadın oturuyordu. Beni görünce adam ayağa kalktı. Aslında genç görünüyordu. Başındaki taçtan onun genç kral olduğunu anladım. Yanındaki kadında çok çirkin ve bana pis bakışlar atan bir kadındı. Kral bama yaklaşırken bende sürüklediğim adamını önüne attım. Sanki yüzü tanıdık geliyordu ama çıkaramadım.
"Sen de kimsin?" diye sordu genç kral. Ona öfkeyle baktım.
"Seni şerefsiz dibindeki insanları bile gmremiyorsun"
"Neyden bahsettiğini anla-"
Sözünü yarıda kesmek zorunda kaldı çünkü ben harekete geçtim. Tam ona pençe darbesi atacaktım ki uyuz karı önüne geçti.
"Ona yaklaşma" diye tısladı. Histerik bir kahkaha attım.
"Çekil yolumdan be sürtük" dedim onu itip yere düşürerek. Genç kral obu tekrar kaldırdı.
"Lütfen şatoyu terk et"
Kafayı yeme derecesine gelmiştim. Kral ve kadının yanıda kırmızı çizgi yine çıkmıştı. Birinde kral yazarken öbürü belirsizdi. Onun hakkında birşey bilmediğim içindi muhtemelen. Sinsice sırıttım.
"Seni sonra halledicem" dedim krala ve yerden çıkardığım toprakla onu geriye ittim. Sert bir şekilde zeminde yuvarlandı. Koluma çizdiğim garip dövme sayesinde savaş silahlarımı bir panelde çıkarabiliyordum ve istediğimi seçebiliyordum. Tam o anda kral elinde kılıçla bana saldırdı. Bende pençenle karşılık vermek için ona doğru koştum. Tam ikimiz de birbirimize vurucağımız sırada arada biri belirdi ve ikimizinde silahını tuttu. Bu beyaz saçları ve tipi nerede görsem tanırdım. "Arda" diye çığlık attım ve ona sarıldım. Beni tanımıştı. Bir kahkaha patlattı.
"Vay be seninde saçların beyaz olmuş noldu"
"Ah beyaz mı?" dedi ve saçımdan bir tutam elime aldım. Gerçekten de beyazdı. Sanırım çok sinirlenmiştim. Kapşonumu indirince genç kralın şok olmuş yüzünü gördüm. Ardayı kenara itti ve bana dikkatlice baktı.
"Ssen" diyebildi. Elleri titriyordu. Titreyen ellerini benim yüzümü avuçladı ve baş parmalarıyla gözümün altında sürdü.
"Zombi gibi olmuş bu ya" dedi birden sırıtarak. Tamam bu salak sırıtışı unutamam. Gözümü devirdim.
"Sen kendine bak ya öküz gibi olmuşsun"
Arda ile Ufuk birden kahkahalarla gülmeye başladı. Sonra aklıma dank etti.
"Lan sen kral mı oldun? Aman Allahım" dedim ellerimi yüzüme koyarak. İkisi daha da gülmeye başladı. Şimdi burada gülünecek ne var ki bir yıldır görmeniştim onları. Hem Ufuk o kadar değişmişti ki. Onu çaktırmadan süzmeye başladım. Boyu uzamıştı ve yüzü sertleşmişti. O eski sıska halinden eser kalmamıştı. Vücut çalışmıştı galibaç Arda ise hiç değişmemişti hala aynı Arda. Birden gözüme arkadaki karı takıldı. Kim ki acaba? Banada pis gözlerle bakıyordu. Şimdiden uyuz olmuştum. Yerden kalktı bana baka baka Ufuğun koluna sarıldı. Ufuğun yüzü düştü bir anda.
"Kim bu Ufukcum" dedi bana bakarak. Ufuk birşey demeden ben Ardaya işaret yaptım.
"Hadi gidelim Arda" dedim ve birlikte içeri girdik. Şimdi bunu düşünmekten daha önemli sorunlarım vardı. Tamamıyla değişmiş şatonun parlak mermerli koridorunda sessizce yürüyorduk. Saçım normale dönmüştü artık. Kasabaya geri gitmeliydim. Ama ondan önce bunu yapanı öğrenmeliydim.
"Arda?" dedim soru soracağım belliydi.
"Hıı"
"Gelirken kasabayı gördüm"
"Demek gördün ha oraya bir yıl önce cadılar saldırı düzenledi. Bizde öyle bıraktık hükümet bulur diye"
"Cadılar mı? O şerefsiz Nick'i kendi ellerinle geberticem ailemden kalanları öldürdü"
Arda' nın bir an yüzü tuhaf bir şekil aldı. Sonra düzeldi.
"Hadi gel odan hala duruyo"
Gözlerim parladı.
"Gerçekten mii?" Sevinçle el çırptım. Arda bana tuhaf bir bakış attı ve yürümeye devam etti. Tam merdivenlerin oraya gelmiştim ki yine aynı şarkı duyuluyordu. Resmen beni çağırıyordu. Bu şarkı ilk geldiğimden beri tam giriş katta merdivenlerin orada dıyuyordum. Arda bir an panikledi. Neden olduğunu bilmiyordum sanki o da şarkıyı duymuş gibiydi.
"Hadi hadi" dedi beni çekiştirerek.
Ahh odam eskisi gibi duruyordu. Herşey yerli yerindeydi. Bu odayı seviyordum. Kendimi yatağa bıraktım. Yorgunluktan geberiyordum. Bugün işlerimi bitirip acilen kasabaya geri dönecektim. En azından kemikleri gömmeliydim. Arda beni bırakıp çıktı. Güzel bir banyo yaptım ve dolaptan elbiselerimi çıkardım. Pelerinide bir yere astım. Biraz sonra kapıda bir görevli yemek için beni çağırdı. Aşağıya hızı kullanarak indim. Ahh burayı bilmiyorum ki nerede yemek yiyecektim. Artık yemekhanede yoktu sanırım. O sırada Ardayı gördüm. O da yemeğe gidiyordu. Beraber yemek salonuna giridik. Biz girince Ufuk direk bana baktı. Yanımda Ardayı görünce yüzü düştü ve önündeki yemekle oynamaya başladı. Yanında da yine o karı vardı. Bir insandan bu kadar nefret ettiğimi hatırlamıyordum. Yemek sessiz geçti. Gerçi benle Arda baya konuşmuştuk. Arada sırada Ufukta dahil oluyordu. Yemek bitince biraz yürüyüşe çıktık Ardayla. Ufuk da gelmek istemişti ama yanındaki karı izin vermemişti. Sürekli bana sen kimsin? ne yapıyorsun burada? Ufuğu nereden tanıyorsun? gibi sorular soruyordu. Düşüncelerime o kadar dalmıştım ki ayağım kaydı ve suya düştüm. Bir anda yüzüme değen buz gibi su karşısında şok oldum. Tabi Arda orada kahkahalarla gülüyordu.
"Gülme" dedim sinirle. Gülmeye devam ediyordu.
"Gülme ya" dedim. Ama sinir etmek için daha yüksek sesle gülmeye başladı. Bende tuttum ayağında onuda suya çektim. Büyük bir patırtıyla suya düştü.
"Sırılsıklam oldum" dedi elini yüzünde gezdirirken. İlerden Ufuğun geldiğini gördük. Tabi yanında o karıda vardı. Ardaya yaklaştım.
"Bu kadın kim ya?" diye fısıldadım.
"O bir soylunun kızı babası evlenmek için buraya göndermiş gerçi Ufuğun yanından ayrılmıyo"
"Hıı öyle" dedim. Bir an kendimi dedikoducu neneler gibi hissettim. Ufuk yanımıza geldi. Şaşkın görünüyordu.
"Ne yapıyorsunuz suyun içinde? yürüyüşe çıktığınızı zannediyordum" dedi. Biraz sert bir ifadeyle Ardaya bakıyordu. Aklıma hınzırca bir fikir geldi.
"Ne yaptığımızı göstermem lazım" dedim. Kaşlarını çattı.
"Göster o zaman"
Ardayla birbirimize baktık ve sırıttı. Ben bir ayağaından Arda bir ayağından tuttu. İkimiz aynı anda onu suya çektik. Tabi ondan sonra bizi bir saat boyunca kovaladı. Odama çıkıp ıslak elbiselerimi değiştirdim ve yerine kuru olanları giydim. Pelerinimide aldım. Bu arada gece olmuştu ve etraf karanlıktı. Herkes kendi odasına çekilmişti. Bende bu sırada kasabaya dönmeye karar verdim. Onlara görünmeden sessizce bu işi halletmek istiyordum. Kapşonu örttüm ve hızı kullanarak aşağıya indim. Kimsenin beni fark etmesini istemiyordum. Yavaş adımlarla aşağıya indim. O sırada arkamdan bir dalın kırılma sesi geldi. Arkama baktığımda kimsecikler yoktu. Kapıyıda atlattıktan sonra ormanın içerisinde ilerledim. Yanımda bir kürek vardı sadece. En yakın olan teyzemlerin evine geldim. İçeri giremezdim buna cesaretim yoktu. İlk ömce bir çukur kazdım ve kapının yanıdaki Melisin kemiklerini koydum. Bunu yapmak bile acı vericiydi. Sanki onunla parka gideli bir kaç saat olmuş gibiydi. O şirin yüzünü hatırladım. Üstlerindeki kıyafetlerden kimlerin olduğunu anlıyordum.
Kendimi işime çok kaptırmış olmalıyım ki gelen saldırıyı görmedim. Kafamı çevirdiğimde bana doğru gelen ışığı gördüm. Çok yakındı yani savunmak için hızlı olamazdım. Ta ki birden önümde beliren Ufuğun saldırıyı engelleyene kadar. Kolumu gözüme siper ettim ki tozlar gözüme girmesin. Şaşkınlıktan donakalmıştım. Ufuğun burada ne işi vardı? Engelledikten sonra yanıma geldi. Hala ışının geldiği yere bakıyordu. Sonunda yenisinin gelmeyeceğini anlayınca bana baktı.
"İyi misin?"
Kafamı olumlu anlamda salladım. Kalbim adreanelin yüzünden çok hızlı çarpıyordu.
"Cadılar burada gitmemiz lazım" dedi endişeyle. Bir an uykudan uyanmış gibi oldum.
"Hayır daha mezarlara yeni başladım"
"Boşver onları sonra gelip yapabiliriz"
Sinirlenmiştim.
"Aptal cadılar yüzünden işimi bırakamam"
Elini alnına vurdu ve mırıldanmaya başladı. Gözlerimi düşmanca etrafta gezdirdim ve cadıları aramaya başladım. İşte o pembe saçlı kadın ve yanında sarışın bir kız duruyordu. Daha da sinirlendim ve kılıcımı çektim.
"Oradalar" dedim Ufuğa karşıdaki binanın tepesini göstererek. Onu beklemeden zıplama becerimle çatılara zıpladım ve onların arkasında belirdim. Pembe saçlı kadın yine sırıtırak bakıyordu. Sarı saçlı olanı ise ifadesizdi.
"Yine karşılaştık ha biraz değişmişsin sanki" dedi pembe saçlı. Bu cadıları yaptıklarından ötürü affetmeyecektim. Sadece benim teyzemleri değil tüm bir kasabayı katletmişlerdi. Üstüne üstlük birde bariyerle kapatılmıştı. Elimdeki kılıca yıldırım ateşini sardım ve ona doğru yürüdüm. Onunda elinde tuhaf bir silah vardı. İkimizin silahı birbirine değince gökyüzünde bir şimşek çaktı. Çok iyi dövüşüyordu. Onun saldırılarına savunma ile karşılık veriyordum. Yüzüme bir çizik attı. Canım yanmıştı ama vaz geçmediö ve devam ettim. Bu arada Ufuk da gelmişti. O da sarı saçlı olanıyla ilgileniyordu. Aslında kız onunla dalga geçiyor gibiydi. Koluma da bir kesik alınca mecburen aşağıya atladım. Peşimden geldi. Kesik kolumu tuttum. Şimdi ne yapmalıydım? Bu gidişle beni öldürücekti. Elindeki silahı çevirdi. Yavaş yavaş yaklaşıyordu. Yüzündeki eğlenmiş ifadeyi silmeyi çok istiyordum.
"Son büyücü bu kadar mı yapabildikleri?" dedi alayla. Dudağını büzdü.
"Seni öldürmek isterdim ama malesef ki yapamam üstten gelen emirler böyle" dedi kolunu iki yana açtı.
Kolumda bir sıcaklık hissettim. Ah tabi ya kara büyü kullanabilirdim. Kolumu açtım ve yere oturdum. Gözlerimi kapattım ve elimi çemberin içinde gezdirdim. Gözlerimi tekrar açtığımda yere hafifçe dokunmam yeterli olmuştu. İlk başta kahkahalarla güldü. Sonra yerden diken çıktı ve ona saplandı. Zehir vücudunda yayılıyordu. Sırıttım artık komik değildi. On arkamda bir soğukluk hissettim.
"Sonunda geldin" dedim sertçe.
"Evet geldim" dedi Nick alayla.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Son Büyücü(Tamirde :D)
FantasíaÇok mutlu bir hayatım vardı. Hayatım bir anda karardı Önce annem ve babam öldü Sonra kasabaya taşındık Herşey o şatoyu görmemle başladı Ben dünyadaki son büyücüydüm