Final yapcaktım baktım çok uzun oluyo diğer bölümü yapim dedim iyi okumalar dilerim
Gözümden bir damla yaş yavaşça yanağımdan süzülüp yere düştü ve bir "pıt" sesi çıkardı. O ses küçükte olsa bie yankı yaptı. Çıt sesi dahi yoktu. Tüm zindan sesizlik yemini etmişti sanki. Yavuz abinin öçldüğünü zannederken o bu karanlık zindandaymış. Titreyen elim parmaklıklara tutundu.
"Yyavuz aabi" dedim titrek ve ağlamaklı bir sesle. Onu burada bu halde gördüğüme üzülsem mi? Yoksa yaşadığı için sevinsem mi? Bilemedim. Onu görünce içimde bir yerler acıdı ve gözlerimin önüne teyzemlerin evi geldi. Tamamen bu gerçeği unutmuştum. Nick'i bir dahaki görüşümde ona ellerimle işgence edicektim. Ölümden beteri ona yaşatıcaktım.
Gözlerimdeki yaşı silip gülümsedim. Moral bozmanın sırası değildi şimdi.
"Yavuz abi seni görünce ne kadar rahatladım bilemezsin"
Yavuz abi de beni gördüğüne sevinmiş gibiydi. Soluk yüzü aydınlanmıştı sanki. Arkasında sanki yokmuş gibi duran ama gülümseyen Ardayı fark ettim.
"Arda?" dedim şaşkın bir şekilde. Onun burada ne işi vardı? Hem o sarayda değil miydi ya?
"Şaşkın gözükmekte haklısın ama korkarım ki yanınızda dolaşan ben değildim"
"Nasıl?"
"O Nick di. Sanırım değiştirme büyüsü gibi birşey kullandığını söyledi"
Lanet olsun. O zaman şimdiye kadar yanı başımızdaydı. Yaptığımız çalışmaları ve diğer şeyleri gördü. Aklıma dank eden şeyle yüzüm soldu. Yüzüğün Ufukda olduğunu görürse ona saldırırdı. Hemen çıkmalıydım. Ama nasıl? Daha Dünya'nın neresinde olduğumu bile bilmiyordum. Üstüne üstlük burası cadı yuvasıydı. Nasıl yapmalıydım. Aslında aklımda bir fikir vardı ama yok o olmazdı.
-Ufuk-
Gece olmuştu ve hala Yoncayı bulamamıştık. Ne bir iz ne de bir işaret bırakmıştı geriye. Odamın balkonundan yıldızlara baktım ve elimi kaldırdım. Yüzüğün mavi taşı ay ışığında ışıl ışıl parlıyordu. Tam o anda bana doğru gelen şeyi fark edip geri çekildim. Boğazımdan sıyırıp aşağıya düşmüştü. Sıyırdığı yer acıyordu muhtemelen kesilmişti. Odamın içindeki karanlığa iyice baktım. İşte bir tane daha geliyordu. Takla atıp saksıyı kendime siper ettim. Üç tane küçük bıçak saksıya saplandı. Sarayda bana saldırı nasıl olabilirdi. Sonunda karanlığın içindem sırıtan bir yüz çıktı. Siyahlar içinde ve soluk teniyle bir hayaleti andırıyordu. Ama değildi çünkü o bizim baş düşmanımızdı.
"Ne işin var lan senin burada?"
Kısa bir kahkaha attı ve yok oldu. Sonra arkamdan bir tekme yedim. Hızı kullanmıştı ama büyüyle karışınca hareketini tahmin edemiyordum.
"Yüzüğü alim" dedi parmağıma uzanarak. Üstüme çıktığı için hareket etmem kısıtlanmıştı. Ama pes edemezdim. Elimi çektim ve onu üstümden attım. Yerde yuvarlanıp dengesini sağladı. Ayağa kalktım ve kılıcımı çektim. Kara büyüyü olabildiğince az kullanmalıydım.
"Bu yüzük için çok uğraştık sana asla vermem"
Evet daha tamamlanmayan bir görevimiz vardı. Yine tuhaf kahkahasını attı.
"Anlamıyor musun? Tılsımlı eşyalar zaten bende bu yüzden yüzüğe ihtiyacın yok"
"Sen istiyorsan bir şey vardır kesin"
Üzerine saldırı yaptım ama darbem boşluğa geldi. Ne yapacağını kestirdiğimden hemen geri çekildim ve bana yaptığı darbe boşa gitti. Askerlere işaret gibi birşey göndermeliydim. Bir ses veya parlak birşeyler. Büyü kullanmasını sağlarsam belki olabilirdi. Kılıcımı atıp elimi havaya kaldırdım. Yıldırım kılıcım elimde belirdi ve zırhım bedenimi sardı.
"Vay ciddileşiyorsun bakıyorum" dedi ve elini kesti. Ne yaptığını anlamamıştım ama kötü birşey hissediyordum. Parmağından kan akıyordu.
"Olduğun yerde kal" dedim kılıcımla üstüne giderek. Sırıttı ve hızlıca eğilip yere birşeyler yaptı. Bu çemberi biliyordum. Çembere elini sokup çıkardığından küfür edip balkondan aşağı atladım. Zaten ayağımdaki botlar beni koruyordu. Onu olabildiğince uzağa çekmeliydim ki buraya zarar vermesin. Arkamdan Nick'in pis sesini duydum.
"Kaçıyorsun ha" diyordu. Koşmaya başladım. Yer titreyice arkamdan yere indiğini anladım. Bir anda önümde belirince ani bir şaşkınlık geçirdim. Bütün bedeni kara birşeyle kaplanmıştı ve elinde büyük bir kılıç vardı. İki üç adım geriledim ve aramızda mesafe açtım.
"Yüzüğü ver" dedi duygusuzca.
"Asla" dedim ve bende Yonca'nın bana çizdiği çemberden kılıcımı çıkardım.
Gecenin sessizliği iki kılıcın birbirine çarpmasıyla bozuldu. Kılıçlardan çıkan kıvılcımlar etrafa havai fişek gibi dağılıyor ve parlaklığını yitiriyordu. Birazdan askerler çıkan sesten buraya gelecekti. Onlar gelene kadar dayanmalıydım. İkimizde en sonunda geriye doğru sıçradık. Tam o anda etraftan ışıklar gelmeye başladı. Bunun anlamı nöbetçiler buradaydı. Nick biraz bozulmuş gibi durdu ve bir anda kayboldu. Daha sonra nöbetçiler etrafta araştırma yaptı ve hiç birşey bulamadı. Buraya kadar girmesini hiç beklemiyordum. Hem de sırf bir yüzük için. Madem tılsımlı eşyalar ondaydı ne diye yüzüğü istiyordu ki. Nefesimi sinirle bıraktım ve odama geri döndüm. Bu kadar düşünmek başımı ağrıtmıştı.
-Yonca-
Yavuz abi ve Arda ile ben gittikten sonra neler yaşadıklarını anlattılar. Yavuz abi cadıların bir gece ansızın geldiklerini ve etrafı aradıklarını söyledi. Birşey bulamayınca herkesi katledip onu buraya tıkmışlardı. Arda ise ruhlar bölgesinden beri burada duruyordu. Bende kendi yaşadıklarımı anlatıyordum ki konuşmamız bölündü. Nick gelmişti ve yüzü hiçte iyi görünmüyordu. Yanağında ki çiziği gördüm. Yoksa savaşmış mıydı?
"Ne istiyorsun?" dedim soğukça.
Histerik bir kahkaha attı.
"Zaten biliyorsun" dedi ve kapıyı açıp bileğimi sıkıca kavradı. Sonrada dışarı sürükledi. Yavuz abi ve Arda bağırıyorlardı ama boşunaydı. Beni sürükleye sürükleye bir odaya götürdü ve içeri atıp kapıyı kilitledi. Neden bunu yaptığını anlamamış olsamda burada kendi kendime büyü çalışabilirdim.
-Nick-
Koridorda sert adımlarla yürüyordum. O piçe dünyanın kaç bucak olduğunu gösterecektim.
"Anasya!"
Anasya yanımda belirdi.
"Evet efendim"
"Cadıları topla savaşa gidiyoruz"
Elindeki deftere birşeyler karaladı ve yanımdan ayrıldı. İstediğimi alamayınca çok kötü oluyordum. Ve bu sefer alıcaktım. Bütün büyücüler ve yandaşları yok edilicek ve bu boyut benim olacaktı. Bundan sonra da Dünya boyutunu alıcak ve ikisini birleştirecektim. Zafer benim olmalıydı.
-Yonca-
Biraz büyü çalıştıktan sonra yorulup uzandım. En azından Yavuz abi ve Ardayı buradan çıkartmalıydım. Düşündüm düşündüm. Geçit nasıl yapılıyordu acaba? Saçımı karıştırdım olmuyordu işte aklım almıyordu. Sonra aklıma bir fikir geldi acaba yüzük aracılıyla bir daha Ufuk ile görüşebilir miydim? Yüzüğe yaklaştım ve fısıldadım.
"Beni duyabiliyor musun?"
"Evet"
Sesini duyunca mutluktan havaya uçtum.
"Beni onunla görüştür"
"Ahaha tamam"
Parıldadı ve tekrar gökyüzüne bir ışık gönderdi. Beklemeye başladım. Dakikalar saat gibi geliyordu ama gökyüzünde tek bir değişiklik yoktu. Tam öffleyip kalkacaktım ki lacivert ama küçük hatta neredeyse hiç fark edikmeyen ışıklar gördüm. Benimkilerle birleşince önümde Ufuk belirdi. Sessizce oturuyordu ve yanında o karı vardı. Dişimi sıktım. Ufuk beni görünce biraz affaladı ve yere düştü. Tabi o karı korkudan bembeyaz olmuştu. Yüzümdeki sert ifadeyi hiç bozmadım. Her an Nick buraya gelebilirdi. Üstelik yukardaki ışıklar dikkat çekiyordu.
"Ufuk kalk ayağı çabuk ol yanındakini de gönder"
Ufuk karıyı hemen gönderdi.
"Çok acil bana geçit büyüsünü bulman lazım her an Nick burada olabilir"
"Ssen iyi misin? Nasıl seni görebiliyorum?"
"Yüzükler sayesinde tamam mı? Şimdi gidicem ama bana geçit büyüsünü bul çabuk ol"
O anda kapı sert bir şekilde açıldı ve içeri Nick ve cadılar girdi. Hemen yüzüğü çıkardım ve herşey normale döndü. Nick sinirli gözüküyordu ve ben de yakalanmıştım tabi.
"Ne yapıyordun?" dedi bileğimi kıracak gibi tutarak.
"Sanane" dedim yüzümü çevirdim. Bir anda gözlerim karardı ve yere sertçe düştüm. En son gördüğüm şey de Nick'in arkasını dönüp uzaklaşmasıydı.
-Ufuk-
Savaş hazırlıkları başlamıştı. Ülkedeki en iyi sihirbazları toplamıştım. Sihir kullanarak küçük ülkemin sınırlarına güçlü surlar inşa etmeye başlanmıştı. Tüm denetimleri kontrol ederken bölge kontrolü için gönderdiğim karga geri geldi. Gözlerinin neleri gördüğünü görmek için büyü kullandım. Cadılar harekete geçmeye başlamışlardı. Şimdiden 1200 birlik sınıra yaklaşık 250 km uzaklıkta kamp alanı kurmuşlardı. Bir yandan da kütüphane de araştırma yaparak geçit büyüsünü bulmaya çalışıyordum. Yonca bir daha iletişime geçebilirdi. Krallıktaki tüm sihirbazları ve onların öğrencilerini toplamıştım. Bizim okulun öğrencileri ve müdürü de buna dahildi. Nolursa olsun burayı savunmalı ve halkımı korumalıydım.
Kütüphaneye gidip yığılmış kitapların arasında bir kitap çıkardım. Aramaktan bitkin düşmüştüm. Sayfayı esneyerek çevirdim. Gözlerim birden açıldı. Vay canına sonunda aramalarım meyvesini vermişti. Geçit büyüsünü iyice okuyup denemeye başladım. Bahçede kimseler yoktu. Muhtemelen nöbet haricindeki herkes uyumuştu. Kitaba göre geçit büyüsü önceden gittiğin yerlere geçit açabilmekti. Bunun için o yeri zihninde canlandırmalı ve elini havaya kaldırıp "Açıl" demeliymişim. Elimi havaya kaldırıp odamı düşündüm. "Açıl" dedim sessizce. O sırada bir su sesi duydum ve aklıma su geldi. Aynı anda geçit açıldı ve üstüme su boşaldı.
" Kkapan" dedim suda yüzmeye çalışarak. Geçit kapandı ama sırılsıklam olmuştum. Kafamdan turuncu bir balık sıçrarken ağzımdaki suyu boşalttım. Balığı gölete fırlattım ve söylene söylene odama döndüm.
-Yonca-
Gözlerimi açtığımda karanlık bir yerde buldum kendimi. Zaman kavramını yitirmiştim artık. Gözlerim karanlığa alışınca tek görebildiğim kırık ve kirli taşlar oldu. Birde demir bir kapı vardı. Ellerim duvara bağlı olduğu için sadece ayağa kalkabiliyordum. İleri gitmeye çalıştığımda ise zincirlerin uzunluğu kadar gidebiliyordum sadece. Ellerime baktım yüzüğüm hala duruyordu. Yüzüğü her görüşümde yüzüm sanki alev alıyordu. Bir kez daha Ufuk ile görüşmeliydim.
"Hey" dedim kısık bir sesle. İnce ses tekrardan geri geldi.
"Evet?"
"Son kez daha görüşmeliyim"
"Bilemiyorum sonuçta yerin altında bir yerlerdeyiz, açıklık bulmalıyım"
"Tamam bekliyorum"
Odada pembe sarmaşığa benzeyen ama toz gibi gözüken, ışık saçan kollar kapladı. Taşların arasından geçip çatlaklardan ışık sızdırıyorlardı.
"Buldum ama kesinlikle gözükür"
"Bir kaç dakika bile olsada olur"
Ve bir kaç dakika sonra Ufuk karşımda belirdi. Bu sefer gülümsüyordu. Bana nasıl yapacağımın tarfini ettikten sonra yüğü zorla dokunduğum parmağımda oynattım. Herşey kesilmişti. Biraz sonra ise Nick gelmişti.
"Seni boş bırakamıyorum" dedi ve zincirimi açıp kolumdan tuttu ve sürüklemeye başladı. Beni önceki zindana getirmiş olmalıydı. Arda ve Yavuz abiyi görünce onları buradan çıkartmak için tek şansım olduğunu anladım anladım. Kağandan öğrendiğim şekilde gizlice pençe silahını çıkarıp arkadaki cadıları hallettim. Sıra Nickdeydi. Pençeyi dağıtıp sopa haline getirdim ve tam ensesine bi tane yapıştırdım. Ensesini tutup acı içinde bağırınca bi tane daha vurdum. Vurduğum yerden kan akıyordu ama olsun oh iyi olmuştu. Anahtarı cebinden alıp koşarak uzaklaştım. Zindan kapısını ilk denememde açıldı. İçeri girdim ve aceleyle geçit büyüsünü hatırlamaya çalıştım. Sadece sarayın bahçesini hayal etmeliydim. Zihnimde canlandırdım ve elimi kaldırıp açıl dedim. Olmadı. Telaşla tekrar tekrar denedim. Yine olmadı. Arda'nın telaşlı sesini duydum.
"Acele et Nick geliyor"
Bir kez daha derin bir nefes aldım ve tekrar denedim. Bu sefer olacağını hissediyordum. İlk önce Ardayı geçirdim. Yavuz abi bana baktı.
"Sen?"
"Siz gidin ben onu oyalayıp gelirim"
"Acele et"
"Tamam" dedim gülümseyerek. Sanırım onu ikna etmiştim. O gittikten sonra Nick geldi. Bende kapıyı kapattım ve kendimi bıraktım. Beni saçımdan tuttuğu gibi sürükledi. Yerde sürünmenin acısının yanında saç diplerimde acıyordu. Zincirle kapalı bir odanın kapısının önüne geldik. Bana anlayamadığım tuhaf bir ses tonunda:
"Artık büyü yapmicaksın ben izin verene kadar"
Beni sürükledi ve içeri girdik.
-Ufuk-
Savaş stratejisini belirlediğimiz toplantının ortasında bir nöbetçi telaşla içeri girdi.
"Efendim bir anda bahçede iki kişi belirdi sizi soruyorlar"
Merakla askerin gösterdiği odaya gittim. Arda ve Yavuzu görmeyi beklemiyordum. İkiside mahvolmuş görünüyordu.
"Ne oldu size? Arda sen sarayda değil miydin?"
" Hayır "dedi ifadesiz ama üzgün bir ses tonunda. Sonra devam etti:
"O Nick di"
Beynimden vurulmuşa döndüm. Bu yalan olmalıydı. Ama yüzü gerçekten ciddiydi.
"Nnasıl?"
" Ruhlar bölgesinden beri o sizin yanınızdaydı.Ben o zaman esirdim"
Durumu az çok anlamıştım. Şimdiye kadar içimizdeydi ve bunu fark edememiştik. Sinirle dışarı çıktım. Savaş planı tamamlanmak üzereydi. Bitince saldırıya geçicektik. Şatonun kulelerinden birine çıktım. Kolumu uzatınca kartalım uzaktan uçup koluma kondu. Elimi başına koyup baktım. Onu cadıların karargah olarak kurduğu bölgeye göndermiştim. Onun gözünden görebiliyordum. Bu da bir tür büyüydü. İlk denememde başarmıştım. Herşey normaldi. Çadılar daire şeklinde diziliydi. Tam ortasında ise fazla büyük olmayan bir daire boşluk bırakmışlardı. Herşey normal gözükürken o boşluk bir anda karardı. Ve işte o zaman onu gördüm. Nick savaş zırhını giymiş merdiven çıkar gibi daireden yukarı çıkıyordu. Biraz dikkatli bakınca elinde bir zincir tuttuğunu gördüm. O dışarı çıkınca zinciri hızla çekti. Karanlık kapının içinden birşey fırladı ve yere düştü. Aslında o birşey değildi. O bir insandı. O Yoncaydı. Elleri ve boynu zincilenmişti ve mahvolmuş gözüküyordu. Sinirle kartaldan geri çekildim ve taşa bir tekme attım. Sonra ayağım acıdı. Daha da sinirlendim. Yarın savaş planını faaliyete geçirmeye karar verdim. Onu kesinlikle kurtarıcaktım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Son Büyücü(Tamirde :D)
FantasyÇok mutlu bir hayatım vardı. Hayatım bir anda karardı Önce annem ve babam öldü Sonra kasabaya taşındık Herşey o şatoyu görmemle başladı Ben dünyadaki son büyücüydüm