ayracın adı papatyaydı.

290 23 3
                                    

Otobüsün telleri kalçalarıma batan koltuğunda yarısını çoktan geçtiğim kitabımı okumaya çalışırken derin derin nefes alıp verdim

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.

Otobüsün telleri kalçalarıma batan koltuğunda yarısını çoktan geçtiğim kitabımı okumaya çalışırken derin derin nefes alıp verdim.

Bir tümsekte savrulurken kulaklıklarımdan biri kulağımdan fırladı. Arkadaki birkaç erkeğin şoföre sövüşünü duydum. Teyzenin biri inleyerek belini tutuyordu.

Kulaklıklarımı sinirle çıkarıp cebime attım, ardından yurda ne kadar kaldığını anlamak için pencereye doğru bir bakış attım. Üç durak daha vardı ve bu yaklaşık on beş dakika demekti.

On dakika sonra kitabımın açık kalan sayfasını kıvırıp otobüse yeni binen yaşlı bir kadına yer verdim ve otobüsün direklerinden birine tutunarak dalgın dalgın geçtiğimiz yolları izlerken bir an önce inebilmeyi diledim.

Bir durakta daha durduk ve tiplerinden üniversite öğrencisi olduğu belli olan üç erkek daha bindi otobüse. Ben herhangi bir olumsuz davranıştan kaçınmak için direğe yapışırken nefeslendim.

Otobüslerden nefret ediyorum ama beni yurda götürecek başka bir taşıt henüz icat edilmedi.

Sonunda otobüs yurdun yakınlarındaki durakta yavaş yavaş fren yaptığında birilerine çarparak otobüsün kapısından çıkmaya çalıştım fakat duraktan, inenleri beklemeye tenezzül etmeyen bir adam otobüse çıkıyordu. Onu son anda gördüm fakat çarpışmayı engelleyecek kadar erken değildi.

Adamın omzu, kitap tuttuğum koluma çarptığında yere bastığım ayağımla birlikte savruldum. Son yıllarda Vertigo'dan çok çektiğim için hızlı hareketle birlikte başım bir an döndü ve elimdeki kitap yere savruldu.

Adam bana, "Yavaş," derken ben son anda durağın direğine tutunmuş, gözlerimi kapatmıştım.

Gözlerim kapalıyken dahi başımın döndüğünü hissediyordum. Adama bir şey diyemedim. Aslında başım dönmeseydi ona edecek bir ton lafım vardı.

"Abla bu senin galiba,"

Hâlâ direğe tutunurken doğrularak gözlerimi yavaşça açtım ve üzerlerinde lise forması olan birkaç çocuğun bana baktığını gördüm. En öndeki kısa kesim saçlı olan bana kitabımı uzatıyordu. Otobüs çoktan gitmişti.

"Teşekkür ederim," dedim kitabı alırken.

Çocuk omuz silkti ve diğer iki arkadaşının omzuna kollarını attı, yürümeye başladılar.

Boş elimi hâlâ dönmekte olan başıma çıkararak çocukların ters istikametine doğru ilerlemeye başladım fakat o an kendimi çok kötü hissetmiştim.

Zaten hayatım olabildiğince berbattı ve bir de Vertigo denilen illetle uğraşmak zorundaydım.

Kapanmış olan sağlık ocağının önünden geçerken boğazım düğümlendi ve birkaç merdiven çıkararak karanlık bir köşeye oturdum ve boğazımdaki düğümün çözülmesi için sessizce ağlamaya başladım.

Ağlamak için hiçbir nedenim yoktu. Hayır hayır, ağlamak için bir çok nedenim vardı benim. Çünkü hep sessizdim. Ağlamam bundandı çünkü daha konuşamadan hayat beni susturmuştu.

Her şeyim sessizdi benim. Babam gibiydim. Sessiz vedalar, sessiz sözler, sessiz gözler ve sessiz hüzünler vardı bizde. Kimse duymasın isterdik acı çekişimizi. Dünyadan bir şeyi silmek isteseydik acıyı silerdik.

"Papatya?"

Adımı duyduğumda gözyaşlarım hâlâ yanaklarımdan kayarken bir an öylece durdum ve soluklandım. Birkaç saniye afallamamla geçip giderken yumuşak sesin kime ait olduğunu görmek için kafamı yavaşça kaldırdım.

Bulanık gözlerimi kollarıma silerken gözümün önündeki ince, uzun, kemikli elle karşı karşıya gelmiştim. Baş ve işaret parmağında kurumuş bir papatya vardı.

Gözlerim eli takip ettiğinde yanıma çökmüş fakat merdivene oturmamış olan yabancı bir genç adamın kahverengi gözleriyle çarpıştım.

"Bana mı dediniz?" Sesim kırık çıktı. Engelleyemedim.

Bana öylece bakan genç adamın soluk yüzü, kumral saçları vardı. Boyu hayli uzundu. Üzerinde koyu yeşil bir parka vardı. Ben gölgelerin arasındayken o sokak lambasının ışık vuran tarafındaydı.

Kitap olan elimi arkama saklayarak kitabı sıkı sıkıya kavradım. Genç bir kızsan ve akşamın bu saatindeysen karşına çıkan erkeklerin çoğu dostun değildir. Her şeye hazırlıklı olmalısın.

"Evet," dedi papatya tutan elini önüme uzatarak. "Kitabının arasından düşen papatyayı getirmiştim. Bir ölüyü saklamak için hayati nedenleri olmalı insanın."

"Ah," diye mırıldandım şaşkınlıkla. Ben de adımı söylediğini sanmıştım.

Rahatlayarak nefesimi bıraktım.

Papatyayı elinden almak için uzanırken gülümsedim. Bu, babamın bana verdiği papatyaydı. Onu okuduğum her kitabın arasına sıkıştırırdım. Okuduklarımı anlamlı kılan, hepsinin babamdan bir iz taşıması olurdu.

Parmaklarım parmaklarına değdiğinde parmaklarının ısısını hissettim. Diğer elinde eldiven vardı. Bu elindekini papatyayı tutmak için çıkarmış olmalıydı.

"Teşekkür ederim."

İncelmiş sapından nazikçe tutup artık sıkmadığım diğer elimdeki kitabı kucağımda açtım ve papatyayı arasına sıkıştırdım.

Yavaşça doğrulduğumda o da doğrulmuştu ve gerçekten boyu hayli uzundu. Onun da suratıma dikkatle baktığını fark ettiğimde yutkunarak kafamı birkaç adım aşağıda olan kaldırıma diktim.

"Tamam," dedim ne diyeceğimi bilemeden. Avucumun içiyle suratımdaki ıslaklığı sildim. "Gideyim ben."

"Tamam," dedi o da. "Ben de Tarık."

İlk önce ne dediğini anlamadım. Başımı yavaşça ona doğru çevirdiğimde suratımda garip bir ifade olduğunu biliyordum fakat onun suratı ciddiydi. Birkaç adım geriledi ve sağ elini hoşça kal, der gibi kaldırarak indirdi ve arkasına dönüp uzaklaştı.

Arkasından öylece bakıyordum ki durağı geçtiğinde bir sigara yaktı.

Gerçekten garip biri olmalıydı.

Ölü Papatyalar BahçesiHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin