Ellerimin içinde

107 15 2
                                    

Güvenliği, Hilmi abinin gülümseyen suratına tebessüm etmeye çalışarak geçtiğimde üzerimdeki hırkaya sarılmıştım

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.

Güvenliği, Hilmi abinin gülümseyen suratına tebessüm etmeye çalışarak geçtiğimde üzerimdeki hırkaya sarılmıştım. Burnumu çekiyor ve bir yandan da sık sık yutkunuyordum. 

Yurdun büyük kapısından dışarı çıktığımda onu duvara yaslanmış, öylece yere bakarken gördüm. Yavaşça içini çekip nefesini bıraktığında havaya yükselen büyük buharın dağılışını izledim bir süre. O kafasını kapıya doğru çevirip de beni görmüş olmasaydı hala onu izlemeye devam ederdim.

Çünkü o benim geçmişimdi.

Ardımda bıraktığım küçük ayak izlerini takip edip beni bulması için dua ettiğim kişiydi. Aslında ben onu beni araması gereken kişi sanmıştım; oysa o, bıraktığım izlerin gerçek sahibiydi.

Bana doğru adımlarken onun geçmişimden geleceğe akan; küçük, şu anki kadar koyu olmayan, kara gözlere sahip ve bana bakarken gözlerinin içi gülen Feda olduğunu biliyordum.

"Tarık Feda," diye fısıldadım içimden. Ona. "İzlerimi silmediğin için teşekkür ederim. Beni bulduğun için teşekkür ederim."

Gözlerimden yaşlar yanaklarıma doğru kayarken ben de ona doğru adımladım. Kara gözleri buğulu, kızarık çocuk gözlerini bir an bile benden çekmiyordu. Birbirimize çok az bir mesafe kala duraksadığımızda elleri hafifçe havalandı fakat çekiniyormuş gibiydi. 

Bana uzanmadan önce izin almak ister gibi uzunca suratımı izledi. Gözlerimden yaşlar hızla boşalırken dudaklarımın arasında tutamadığım bir hıçkırıkla birlikte kollarımı kaldırarak bir anda gövdesine sarıldım.

Kolları belime dolandığında parmak uçlarımla yükseldiğim boynuna doğru gözyaşlarım akıyordu. 

"Hişşt," diye fısıldadı bana. Eli başıma çıktığında saçımı yavaşça, şefkatle okşadı. "Ağlama, Papatya."

Sesi kırıldığında onun da ağladığını anlamıştım. Beni sımsıkı kavramıştı. Gözlerimi kapatmıştım ama gözyaşlarım kapalı göz kapaklarımın altından yanaklarıma ve onun boynuna akmaya devam ediyordu.

Acı katlana katlana büyüyor ve tarif edilemeyen özlem duygusu içimi kabartıyordu.

"Ben," dedim yavaşça. Geriye çekilip içimi çeke çeke. Gözlerimi kaldırıp Feda'ya baktım. Ona küçükken hep böyle seslenirdim. "Ben seni aradım, Feda. Senden hiç vazgeçmedim."

"Biliyorum, güzelliğim," diye fısıldadı. Elleri üşüyen kollarımı sıvazlayıp yanağıma çıktı ve gözyaşlarımı yavaşça sildi.

"Ben, Hakkari'ye gittim. Eski e-ve." Yutkundum. Burnumu çekerek başımı eğmeye çalıştım ama o, başımı eğmeme izin vermedi. "Gittiğinizi söylediler, taşındığınızı. Ş-şeyden sonra..."

"Babamın ölümü," dedi, sesi boğuktu. Sesindeki acı içimi adeta kavurdu. Tuncay amca babamın ölümünden iki yıl sonra, babamın mayına bastığı aynı yerde şehit düşmüştü. Bunu Hakkari'ye, Feda'yı bulmak için gittiğim zaman öğrenmiştim. 

"Seni hiç unutmadım," diye fısıldadım. "Yemin ederim."

"Ama beni hatırlamadın da," diye fısıldadı. 

Gözlerinde sessizlik vardı, sesinde acı vardı. Sesindeki hüzün kulaklarımı yakıyordu. Sesindeki yuva tınısı kalbimi sıkıyor ve yavaşça bırakıyordu. 

"Dokuz yıl oldu, Feda." Gözlerine bakarken yutkunmuştum. "Dokuz yıldır seni görmüyorum, sesini duymuyorum."

"Yüz yıl oldu yüzünü görmeyeli, belini sarmayalı, gözünün içinde durmayalı, aklının aydınlığına sorular sormayalı, dokunmayalı sıcaklığına karnının." 

Sesi bir fısıltı gibi çıkıyordu ama ben en gürültü çığlığı duyuyordum onun sesinden. Bana yakarıyor, bana sesleniyor, bana ulaşmaya çalışıyordu. Nazım'ın Piraye'ye ulaşmaya çalıştığı gibi.

"Yüz yıldır bekliyor beni, bir şehirde bir kadın..." 

Gözünden bir damla yaş düştü gecenin kara deliğine, Burası dünyanın orta yeri der gibi. Sesi öyle titriyordu ki ben ona bakarken üşümüştüm. Ben ona bakarken tutuşmuştum. On beş yıl önce tutuştuğum gibi tutuşmuştum ona. El ele tutuşur gibi tutunmuştum ona. 

Sığınaktı, liman değildi. Gelmiştim. Gidemiyordum. 

Yuva gibiydi, vazgeçemiyordum.

"Aynı daldaydık," diye devam ettirdim şiiri sesim titreyerek, şiiri hırpalayarak. " ...Aynı daldaydık. Aynı daldan düşüp ayrıldık. Aramızda yüz yıllık zaman, yol yüz yıllık."

Sustum, son kısım onaydı. Çünkü o benden hiç vazgeçmemişti. Benim gibi umudunu yitirmemişti.

Yüzümdeki parmakları yanağımı okşadığında ve gözlerini kapatıp alnını alnıma yasladığında zaman durmuş gibiydi, biz durmuş gibiydik. Feda kısılmış, özlem dolu dolu sesiyle fısıldadı: "Yüz yıldır alacakaranlıkta, koşuyorum ardından."*

O ve ben vardık yalnızca, karanlıkta. Yıllarca birbirimizi aramıştık aslında orada.

Şimdi bulmuştuk.

*Nazım Hikmet, Hasret.

Ölü Papatyalar BahçesiHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin