Cuma günü, Tarık'ı en son görüşümden bu yana birkaç gün geçmişken evde bir elimde çay bardağı, diğer elimde de kanlı kağıdı tutuyor; bir yandan da balkonun demirlerinden sarkıttığım bacaklarımı sallıyordum.
Yarım saat sonra akşam vardiyası için kafeye gidecektim ve ben oturmuş Tarık'ın numarasına gözlerimdeki çelişkilerle birlikte bakıyordum.
Kendime demlediğim çayımdan bir yudum daha aldığımda elimdeki kağıdı oflayarak katladım ve cebime soktum.
Balkomuzun altındaki ara sokakta top oynayan çocukları alnımı balkona yaslayıp izlemeye başladığımda zihnim geriye doğru sardı ve babamla birlikte Hakkari'nin tozlu sokaklarında diğer çocuklarla birlikte futbol oynadığımız anlar gözlerimin önüne doldu.
Ayan küçük olduğu annemle birlikte sokağın üstündeki iki katlı, sıvalı evimizin balkonunda oturur bizi izlerdi. Ben İlkokula yeni başlamıştım o yıl.
Babam suratıma beş dakika önce top çarptığı için beni kaleden çıkarmış, ileriye yollamıştı. Topu gülerek bana atışını hiç unutamadım. Attığım o golde beni omuzlarına alışını da.
Bilseydim onu bir daha asla göremeyecek olduğumu, onu asla bırakmazdım. O top suratıma geldiğinde gözlerimin yaşarmasına rağmen ağlamadığım için çok pişmanım, belki biraz daha babama sarılırdım.
Belki... Belki...
Ama tek bir şey gerçek ki belkiler yıllarca öldürdü beni. Ve ben de artık susmayı seçtim. Babam ve ben gibi. Her zaman yaptığımız gibi.
Erel için yaptığım mercimek çorbasının altını kapatıp bugünkü havanın biraz daha iyi olmasını fırsat bilerek üzerime kot ceketimi ve içinde telefon, cüzdan vb. şeyler olan çantamı aldığım gibi kapıyı çekip evden çıktım.
Annemi hastaneye yatırdıktan bir yıl sonra Erel ve ben, devlet tarafından bize verilen parayla bu küçük evi satın almıştık. Erel ilçedeki güzel bir lisede üniversite sınavlarına hazırlanıyordu ve benim okuduğum üniversite bu ilçeye biraz uzaktı. Yurtta kalmamın temel sebebi buydu.
Ve çalışmamın temel sebebi de yıllardır çalışıyor olmamdı.
Erken yaşta birini yitiren herkes o an acının ne olduğunu anlardı. Bense babamın öldüğü o an büyümüştüm. Zaten acı bu değil miydi? Bizi büyütürdü.
Beni büyüttüğü oranda da silmişti.
Metroyu beklerken Hasretinden Prangalar Eskittim'i okuyordum. Teşekkürler şairler. Ve teşekkürler, onlara şiirler yazdıran sevdalar.
Metroya binip indiğimde biraz daha kitap okumuş, biraz daha müzik dinlemiştim.
Yavaş adımlarla caddeleri arşınlarkan işten çıkan birçok insan düşmüş, yorgun suratlarıyla yanımdan geçip gidiyordu. Gözlerim etrafı taradı, gülümseyen bir insan bulmak için.
Kimseyi göremedim, karşıdaki kaldırımda annesinin elini tutarak ışığı bekleyen küçük oğlan çocuğundan başka. Çocukla göz göze geldiğimde fark ettim ki ben de gülümsemiyordum.
Sonra yavaşça gülümsedim çocuğa. Işık yeşile yandığında parıldayan gözleriyle annesiyle birkte karşıya doğru yürüdü. Yanımdan geçmeden önce elimi açıp aşağı doğru tuttum, geçerken annesinin şaşkın bakışları altında elime beşlik çaktı.
Gülerek selamlaştık ve uzaklaştık. Çocuk gittiğinde gülümsemesi elime değen elinden bana bulaşmış gibiydi. Dudaklarım iki yana meylediyordu sürekli.
Kendi kendime gülerek kafenin olduğu caddeye girdiğimde telefonumun çalmaya başladığı aynı anda dondum kaldım.
Elim telefonu ceketimin cebinden çekip alırken gözlerim bilmediğim numarada asılı kalmıştı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Ölü Papatyalar Bahçesi
Teen Fiction(Tamamlandı.) "Seni soldurduklarını sananlar aslında senin, yapraklarının arasına sakladığın güzelliğini göremiyorlar." Derin bir nefes aldığını göğsünün şişip alçalmasından anladım. Koyu kırmızı tonlarında iri dudaklarını araladı. Alt dudağının köş...