Birkaç gün veya hafta sonra.
Çığlık atmak istiyordum. Deli gibi. Bir kabus gibi düşmüştü hayallerimin arasına Feda'nın hasta olduğu haberi; yıkıntıların arasında kalan ruhum onun, kemoterapiye girdiği günden beri yavaş yavaş çöken suratına bakarak yaşamaya çalışıyordu.
Ağlamaya başlayacağımı hissettiğim her an aklıma onun kahverengi, hüzünlü gözleri düşüyordu. "Yaşayacak," diye fısıldıyordum. "Benimle kalacak."
Hem biz birbirimizi çok geç bulduk, erkenden kaybetmek de ne demek?
Susuyordum sonra, ya da daha çok, susmaya çalışıyordum. Ellerimi dudaklarıma bastırarak ağlamamı sessizleştirdiğim her gecenin sabahına gülümsüyordum o güzel, solgun suratına.
Ağladığımı anladığı bir sabah, "Sen solgun bir papatyasın, bense sana dolanmış bir ot parçası," dedi. "Hayata tutunmaya çalışırken seni öldürüyorum."
Göğsüme derin bir sızı saplandığında açık tutmayı başardığım gözlerimle avurtları çökmüş sevgilimin suratını okşadım bakışlarımla. Acı içinde bir an suratını buruşturduğunda ellerimin içindeki eli ellerimi kavradı. Güçsüz, solgun bir kavramaydı bu ama onun için en serti bu olsa gerekti.
Küçülen, hastalıkla birlikte daha da zayıflayan uzun vücüdu kıpırdandı; aralık, çatlamış dudaklarından adım döküldüğünde uykum uçup gitti ve oturduğum küçük koltukta en uca kadar gelerek ona yaklaştım.
"Buradayım, Feda'm."
Boncuk boncuk bakan gözleri aralandı, gözlerime baktı. "Gitme."
Burnumun ucu sızladı. "Gitmem."
"Annem nerede?" Doğrulmaya çalışarak sorduğu soruyla birlikte ayağa fırlayıp beline destek oldum, homurdansa da beni engellemedi.
"Kıyafet için eve gitti."
Kafasını salladığında burnum boynuna değdi bir ara, kalbim deli gibi atmaya başladı. Gözlerimi kapattım. Orada bir yerde onun ruhunu soludum. Küçüklüğümün hayaleti orada yuva kurmuş gibiydi.
Gözlerim buğulanarak açıldığında geriye doğru çekiliyordum ki serum takılı olmayan koluyla omzuma uzanarak durdurdu beni. Yüzümü bana doğru dönen suratına çevirip buğulu gözlerle güzel suratını izledim.
Gözlerimin önünde yavaşça eriyen sevgilimin solgunlaşan suratı suratımın tam önündeydi. Geçmiş tam da ikimizin arasına yuva kurmuştu o an. Acı, suratlarımızın arasındaydı; öfke, kırgınlık, yiten zaman, yıkılan düşler, kaybedilen zaferler ikimizin arasındaydı.
Aşk, ikimizin arasındaydı.
"Seni seviyorum," diye fısıldadım alnımı alnına yaslayarak. "Lojmanın taşlık yolunda düşüp kolunu kırdığın ve yine de gülümsediğin o günden beri, bana papatyalar ördüğün ve gülüşümü sevdiğini söylediğin o okul yıllarından beri."
Gözlerimden yaşlar ne ara akmaya başladı, ne ara Feda parmaklarıyla onları sildi bilemedim ama kuru dudaklarını dudaklarıma yavaşça bastırdığında duran zaman sanki o an tekrar başladı geri sayımına.
Onu öperken parmaklarımla suratımı yavaşça okşadım. Aramızda olan bu şey şehvet değildi, sanki ben onun en büyük şifasıydım da bana son anda ulaşan bir hastaydı kendisi.
Öyle yumuşaktı ki dudağının dokunuşu, sanki yok gibiydi. Kalbimin atışıysa bu anı yaşadığımızın en büyük şahidiydi.
Yavaşça geriye çekilip alnı hala alnıma yaslıyken, "Ben de seni seviyorum," dediğinde dudakları tekrar dudaklarıma değdi. Nefeslerimizin uğultusu odada yankılandı. "Ölü bir adam olsam bile."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Ölü Papatyalar Bahçesi
Teen Fiction(Tamamlandı.) "Seni soldurduklarını sananlar aslında senin, yapraklarının arasına sakladığın güzelliğini göremiyorlar." Derin bir nefes aldığını göğsünün şişip alçalmasından anladım. Koyu kırmızı tonlarında iri dudaklarını araladı. Alt dudağının köş...