(Tamamlandı.)
"Seni soldurduklarını sananlar aslında senin, yapraklarının arasına sakladığın güzelliğini göremiyorlar."
Derin bir nefes aldığını göğsünün şişip alçalmasından anladım. Koyu kırmızı tonlarında iri dudaklarını araladı. Alt dudağının köş...
Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.
Taksi Ayan'ın evinin önünde durduğunda çoktan hazır edip elimde tuttuğum parayı, Tarık'ın kolumu tutmak için atılmasına rağmen hızla taksiciye uzattım.
Dönüp, bana ters ters bakan ve kucağına yatmış Ayan'la çok garip görünen Tarık'a çirkin gülümsememi gönderdim. "Buradan al abi."
Tarık çıkarttığı cüzdanını cebine sokarken kafasını damlaların renk kattığı cama çevirip "ya sabır" çekti ama dudakları gülümsemeye meyletmişti.
Adam bana paranın üstünü uzattığı sırada Tarık taksiden inmiş, Ayan'ı da güç bela indirebilmişti. Ara ara ağzının içinde konuşuyor, homurdanıyordu.
Ben de taksiden inip Ayan'ın diğer koluna girdim. Tarık ne derse desin, Ayan eşek ölüsü gibi ağırdı, fena cüssesi vardı. Tarık ona göre daha uzun boylu ve daha ince yapılıydı ama hakkını yememek gerekir bana çok yardımcı olmuştu, Ayan'ı o caddeye kadar ölsem de taşıyamazdım ben.
Apartmana bildiğim şifreyi tuşlayarak girdiğimiz sırada aklıma caddede olan garip konuşmamız geldi. Tarık'ın söylediği şeyden sonra ikimiz de sessiz kalmıştık, zaten sonra taksinin sarı gövdesi yağmur sularını paçalarımıza ıslatarak durmuştu yanımızda. İkimiz de taksiye binmiş, gelene kadar sessiz kalmıştık.
"Kaçıncı kat Papatya?"
Yavaşça soluma doğru döndüğümde Tarık'ın bana baktığını gördüm. Koyu renk saçları alnına yığılmış, yanakları hafifçe kızarmıştı. İsmimi söylerken acelesi yok gibiydi. Hep yavaş yavaş söylüyordu. Sanki hazmetmek istiyor gibi.
İlk beş adımımız senkronizasyon içinde olsa da beşten sonra bende kayış kopmuştu. Tarık Ayan'ı yine tek başına yüklenmiş, ikinci kata kadar taşımıştı.
"Papatya?" diye mırıldandığını duydum Tarık'ın ben kapıya Ayan'ın cebinden aldığım anahtarı takmaya çalışırken.
"Efendim?"
"Ben galiba ölüyorum."
Güldüm. Derin bir nefes aldı. Kapı klik sesiyle birlikte açılmıştı.
Ayaklarımı çıkarıp ışığı açtığımda kapıyı da iyice açtım ve Tarık'ın girmesinin ardından kapattım. Aynı anda bir gümbürtü koptu.
Sıçrayarak arkamı döndüğümde Ayan'ın yerde iki büklüm bir şekilde yattığını, Tarık'ın duvara dayanarak belini tuttuğunu gördüm. Ona ters ters baktığımı gördüğünde kaşlarını hafifçe kaldırıp omzunu silkti.
Ayan'ı yere atmıştı.
"Neyse," dedim elimi sallayarak. "Bırak yatsın."
Alnına düşen tutamları geriye doğru atarken bana gülümsedi. Gülümsemesi güzeldi. Birbirimize öylece garipçe bakarken ne yapacağımı düşünüyordum.
Hadi güle güle, desem çok kaba olur muydum?
"Su alabilir miyim?"
Düşüncelerimi duymuş gibi sorduğunda başımı salladım ama birkaç saniye sonra fark ettim ki hâlâ kapının orada, sırtımda çantayla dikiliyordum.
"Merak etme," dedi Tarık. "Tanımadığını sandığın birine güvenmeni bekleyemem senden. Suyu içtikten sonra hemen gideceğim."
Ona bakarken başımı yavaşça salladım. Gözlerindeki hüznü gördüğümde yutkunarak karanlık mutfağa doğru kafamı çevirdim ve adımlarımı oraya yönettim. Işığı titreyen elimle açtığımda nabzım çok hızlıydı.
Işıkla beraber mutfağın tüm kiri ortaya serildiğinde göz devirmeden edemedim. Açtığım üst raftan buraya bıraktığım kahve kupamı çıkarırken içlerinden en temizinin o olduğunu biliyordum. Çünkü her zaman ben yıkar ve yerine koyardım.
"Al bakalım."
Tarık yaslandığı duvardan yere eğdiği kafasını kaldırarak doğrulduğunda gözleri, bir adım yanında duran suratımda bir an duraksamıştı. Bakışları gözlerimin ta içinde nefes alıyordu.
İşte yine yapıyordu.
Gözlerimin içinde tanıdık birini arıyordu.
Yarısı, titreyen elime dökülmüş olan su dolu kupayı yüzüne doğru kaldırdım. "Su," diye sert bir sesle belirttim.
Nabzım kulağımdaydı.
Neler oluyor bana?
Parmaklarının ucu parmaklarıma değip kupayı yüzünün önünden alırken gülümsedi hafifçe. Sert yüz hatlarına bu da yakışmıştı. Yakından sakallarının çıkmaya başladığı belli oluyordu.
"Teşekkürler," dedi kupayı dudaklarının arasına alırken. Dudağındaki metalin seramiğe değerken çıkarttığı ses kulağımda çınladı.
Bardağı bana uzattığı anda hiç beklemeden kapıya yöneldi ve kapıyı açtı. Botlarına ayaklarını atıp parkasının eve girerken açtığı fermuarını boğazına kadar çekti.
Botlarını giydiğinde kafasına cebinden çıkarttığı bordo bir bere takacağı sırada aralık duran kapıdan onu izleyen beni gördü ve daha ben ne yaptığını anlayamadan uzanarak bereyi benim kafama hızla geçirdi.
İri iri açılan gözlerim ve aralanan dudaklarımla ben daha bereye uzanıp kafamdan çıkaramadan ve doğal olarak ona veremeden o merdivenlerden aşağı koşmaya başlamıştı.
"Al şunu!" diye bağırdım arkasından, binanın içinde ve kafamdaki bereyi çıkarmadan.
Beni hiç takmadan alttaki merdivenlerden yukarı bağırdı: "Onu takmadan yağmura çıkma!"
Ve sonra erkeksi bir şekilde güldüğünü duydum. Ardından binanın kapanan kapısının sesini.
Başımdaki bereye elim giderken yumuşak dokusunu hissettim ve bir elimdeki kupaya bir de yerde saçma sapan bir şekilde yatan Ayan'ın suratına baktım.