1.BÖLÜM

6.7K 182 247
                                    

Bu Kitabımı en bi sevdiğim can yoldaşlarıma
a-gerlee , Gerleeasiye ithaf ediyorum.
Asiye,Firdevs,Çiçek ve tabiiki de Fatma'yı buradan özlem dolu öpüyorum.
Moğolistan' a Selamlar..
Inşallah beğenirsiniz❤

***

İLK BÖLÜM 2.347 KELİME İLE SİZLERLE..💚

***
•••
Güneşli bir yaz sabahı penceremin perdesini aralayıp yeni doğmak üzere olan güneşi selâmladım . Yeni bir gün ve yeni bir Asiye Gül Osmanoğlu.

Pencereyi aralayıp etrafı huzura boğan oksijeni odama davet ettim. Başımı camdan çıkarıp yeşil ormana doğru gözlerimi çevirdim . Güzel görüntüsü yetmez gibi kulaklarımı da şenlendiren o harika sesi duymamak elde değildi.

Kuş cıvıltıları ruhuma işlerken gözlerimi kapatıp ormanı ruhumla dinlemeye başladım. Denizden gelen ferah esinti ile seher vaktinin o harika kokusunun bana verdiği huzuru hiç bir vakide değişemezdim. Dakikalar süren o harika hissi ruhuma kazıdıktan sonra serinleyen havanın verdiği üşüme hissiyle pencereyi kapattım.

Bu gün de her zamanki gibi sabah namazımı eda ettikten sonra 1 cüz Kuran-ı Kerim okudum. Sonra da işlerimin rast gelmesi için Rabbime dua ettim.
Şehit olan anne ve babama da Fatiha gönderdikten sonra üzerimi değiştirdim. Odamda ki çalışma masama oturdum.

Anne ve babam demişken kendimden önce onlardan bahsetmeyi istiyorum. Çünkü kalbimde hâlâ o günlerin bir yarası var.
Artık ağlamıyorum, üzülmeyeceğim.
Çünkü babama her operasyon öncesi söz vermiştim. Sözüme sadık kalacağım ve babama layık bir evlat olacağım. Her ne kadar ben onu göremesem de o beni görüyordu, amenna.
Küçükken verilen sözlerin büyüdükçe daha da sıkı tutulması lâzımdı. Bozmak bir asker kızına yakışmazdı.

O günler de çok küçük yaşta dahi olsam babamı çok iyi hatırlıyorum.
Benim babam bordo bereliydi. Gurur ile de söylerim. Vatan'a olan aşkı, Kızıl Elmaya düşkünlüğü daha o zamanlar bana aksetti.

Babam Şırnak'ta görev yaparken her cuma çıkışı annemin öğretmenlik yaptığı okulun güvenliğini sağlamaya gidermiş. Malum tehlikeli bölge ilan edilen okula, her törende canlı bomba göndermeye üşenmeyen bir hainlikten bahsediyoruz.
Öyle hainler ki kendi bacısını bile devlet okuluna gittiği için öldüren bir abiden bahsediyoruz.

Zaman böyle iken annem ve annem gibi öğretmenlerin de can güvenliği tehlikede oluyor hep.

TSK'dan gelen haberle babam bu görevi gönüllü kabul etmiş ve Timi toplayıp okulun etrafına güvenlik kampı kurmuşlar. Annemi orada görmüş ve nasıl olduysa kara sevdaya düşmüş.

Günler günleri kovalarken bir gün annem okula gelmeyen bir kız çocuğu için köye inmiş. Kızın babasının kapısını tam çalacakken avludan yükselen seslere şahit olmuş. Konuşulanlara göre bir kalın ses, Şırnak'taki TSK karakoluna baskın düzenleneceğini eğer canlı bomba lâzım olursa paçavra davası uğruna kendi oğlunu bile göndermekten çekinmeyeceğini söylüyormuş.
Annem bunları duyunca ne yapacağını bilememiş. Olduğu yerde şaşkınlıktan buz kesilmiş.
Resmen Öğrencisinin babası PKK'ya destek veren vatan hainlerindenmiş.

Tam ihbar vermek için geri döneceği sırada arkasından bir kaç paçavra terörist annemi tuttuğu gibi evin avlusuna atmışlar. O an annemin her şeyi duyduğu anlaşılmış ve öldürmek istemişler.

Bir silah patlamış fakat annemi değil de başka birini kurban eden bir vahşi ses duyulmuş. Anneme silah doğrultan adam kanlar içinde yere yığılmış.

Babamın kara sevdası işte o zaman annemin hayatının sadakası olmuş. Annemi gizlice takip etme niyeti ile hem annemi hem de masum kızı kurtarmış.

Oradaki bütün teröristler bu bordo bereliye karşı çatışma başlatmışlar fakat başarılı olamamışlar. Babam o evdeki bütün teröristleri öldürmüş ama sadece bir tanesi kaçmayı başarmış. Kaçan terörist ise, annemin öğrencisinin dağdaki abisiymiş.

Abisi dağdaki kamplarına ulaşınca durumu baş haine bildirmiş ve annemin hayatını tehlikeye sokacak plânlar hazırlamaya başlamışlar.

Babam ise annemi ,öğrencisini ve masum kadınları toplayıp karakola götürmüş.

İfadelerini verdikten sonra karakol başkanı anneme teşekkür etmiş. Çünkü annemin bile farkında olmadığı TSK'nın azılı düşmanı ve bu zamana kadar büyük uğraşlarla rağmen bulunamayan gizli ajanı bulmuşlar.

E meyvesi büyük olan ağacın taşlayanı da çok büyük olur ya o günden sonra annemin başı rahat etmemiş.

Babam, komutanın emri ile annemi koruma görevini üstlenmiş. Bu süreçte annem ne kadar haram olduğu için babamdan uzak dursa da, güvenlik için diye sesini çıkaramıyormuş.

Günlerden bir gün babam anneme sevdasını açıklamak ve onunla tez zamanda izdivaç niyeti olduğunu söylemek istemiş.

Benim tabirim ile Saygıdeğer Ertuğrul babacığım İlan-ı Aşk yapmaya çalışmış. Fakat babam aldığı bordo bereli eğitimleri sayesinde, çiçekten böcekten duygulardan anlamayan ketum biri gibi göründüğü için ne yapacağını bilemiyormuş.
Bir gün dayanamayıp anneme o muhteşem sözlerini söylemiş:

"Haydii! Kalk kız kahvaltı hazır!"

Hayır ya bunu demiş olamaz.
Hem benim babamın sesi bu kadar ince olamaz.

"Asiye Güüül! Sana diyorum. Kalk!"

'Bu neydi şimdi?? Cırtlak bir sesi yoktu babamın. Hem annemin adı Asiye Gül değil ki, Hüma Gül.
Hatlar karıştı herhalde' diye düşünürken birden sarsılmaya başlamamla masamın başında galata kulesi gibi dikilen ikiz kardeşimi gördüm. İşte o an her şeyin bir rüya olduğunu anladım.

Hangi kardeşim mi? Zaten başka yok ki, bir bu var. Türünün tek örneği.
Hani şu evli ,mutlu lakin çocuksuz olan Lale Gül cadısından bahsediyorum.
Evet babamdan kalan yalıda hâlâ beraber yaşıyoruz. Bunun kocası da içgüveysi oldu. 1 yıl oldu evleneli lakin hala eniştem bu evde kalıyor. Ona da kalmak denilirse , işi gereği arada bir uğruyor desem daha iyi olacak.

Tanıştırayım eniştem Mert ŞAHİN, İstanbul'a gelen ünlü bir yolcu gemisinde garsonluk mu desem hosteslik mi ? Adı her neyse işte onu yapıyor. Ben de eniştemin yalancısıyım.
Üniversitesini denizcilik olarak okumuş fakat neden garson olmuş onu ben de anlamıyorum. Zaten eniştemin işlerine akıl sır erdiremezsin , beynin yanar.

Gönül nasıl düştüyse birbirlerine düşmüş. Bize laf etmek düşmüyor işte. Hiç araştırmadım hep saygı duydum bu çifte. Mutlu olsunlar yeter dedim hep. Anne babam sevdasının vuslatını fazla yaşayamadı.

Şu kısacık dünya hayatını insan gönlünün sahibi insanı ile birlikte yaşamak ister. İşte bu yüzden eniştemden her ne kadar hoşnut olmasam da, ikiz kardeşimin verdiği bu karara hep saygı duydum. Eniştem okumuş cahil gibi görünse bile.

Kız kardeşimin de ondan kalır yanı yok, aynı gibiler. Tanıştırayım ikiz kız kardeşim Lale Gül OSMANOĞLU ŞAHİN. 5 yıldızlı restorandın kafe bölümünde garsonluk yapıyor.

Ne demişler;
'İki garson yan yana ortadaki kaynanana.'
Bu arada kaynana da ben oluyorum hehe.

Şimdi siz soracaksınız: "Neden yalıda oturmanıza rağmen hâlâ çalışıyorsunuz?" diye.

Sormakta haklısınız tabi. Söylemesi üzücü lakin biz hem öksüz hem de yetimiz.
Yani bu hayatta kimsemiz yok işte bu yüzden okulu bırakıp çalışmak zorunda kaldık. Yalı da babamdan bize kalan tek hatıra..

Yalımızın ismi KIZIL ELMA. Bu ismi babamla beraber koymuştuk. Sıcacık fakat babasız geçen yuvamızı babamın sevdası ile taçlandıralım istedik.

Babam Kızıl Elma'ya âşıktı. Bu sıcacık aile yuvamızdan hep "Hedef KIZIL ELMA " der besmeleyi çeker öyle çıkardı.

Evin arkasındaki boş araziye helikopter iner, babamı götürür ve bizim yüreğimizdeki hasretlik ateşi ile baş başa bırakırdı.

Çok özlerdim, özlerdim de babam üzülmesin diye ses etmezdim. O zamandır beri bu baba yadigarı KIZIL ELMA yalısında yaşıyoruz.

İki kardeş de kimsesiz kendi ayaklarımızın üstünde durmaya çalışıyoruz.

Annemde öyleymiş yetiştirme yurdunda büyümüş. Annem de babam da şehit olarak bu dünyadan ayrıldılar. Babam ben 7 yaşındayken sınır ötesi operasyonunda şehit düştü. Annem ise geçen sene şehit oldu. Acısı hâlâ içimde taze olsa da belli etmemeye çalışıyorum.
Çünkü babamın dediği kadarı ile ben Lale Gül kardeşimden daha güçlü bir yapıya sahipmişim.

Küçükken hep onun abisi gibi davranır ona kol kanat gerermişim. İşte bu yüzden annemin bana son sözü,
"Lale Gül'e ve babanın tek hatırası olan o yalıya Kızıl Elma'mıza iyi bak. Onlar sana emanet kızım." oldu.

Annemin nasıl şehit olduğunu merak ediyorsunuz, evet ama benim anlatmaya ne gönlüm el veriyor ne de dilim..
Nedeni ise başımda bozuk plak gibi konuşan sevgili kardeşim.

"Asiye Gül kalksana ya! Hala oturuyorsun çaylar soğudu. Hem sen niye yine masada uyudun? Yatağın taş oldu hasretinden, taş!
Şu kitap yazma işlerini bir bıraksan diyorum, olmuyor işte. Ne zorluyorsun? "

En sonunda dayanamayıp lafa girdim:
"Ne olmuyor Lale Gül! Olmuyor yok! Olacak var! Elbet bir gün olacak. Ben annem ile babamın aşkını ölümsüzleştirmek istiyorum, işte o kadar!"

"Anlıyorum ama önce kendini bir edebiyat konusunda geliştirip öyle yazsan olmaz mı? Böyle kendini boş yere yıpratıyorsun? Belki de kendini böyle sıktığın için ilham perin gelmiyordur."


"Sevgili kardeşim ilham perisi diye bir şey yoktur bu biiir. Hem kendimi yıpratacak iş yapmıyorum olmam gereken yoldayım. Bu da iki. Annem babam için çekilen çile kutsaldır hem."

Son kelimemden sonra gözleri buğulaştı.
İçimden kendime kızdım. Hatırlatıp yine üzmüştüm kardeşimi.

Olayı toplamak adına:
"Peki Lala. Senin aklında ne var ? Ne yaparsam iyi olur?" diye soru sordum.

O da çok geçmeden cevap verdi.
"Diyorum ki acemiliğini başka konularda mı denesen hem anne ve babanın hayatını yazacağında ustalaşmış olursun." dedi.

Fazla üzmemek adına
"Tamam Lala onu denerim inşallah. Hadi sen çık ben üstümü değiştireceğim sonra inerim aşağıya." dedim.

O da:
"Tamam ama acele et." deyip kapıyı kapatıp çıktı.

***

Aşağıya indiğimde her zamanki manzara ile karşılaştım.
Ya bunlar niye hâlâ çocuk gibiler. Kime çektiler bilmem?
İç sesimin olaya intikal etmesi de uzun sürmedi. "Tabii ki de sana."

He iç ses çok bilirsin sen!! Gördüğüm manzarayı açıklayayım. Eniştem ve sevgili ikiz kardeşim kahvaltı masasında birbirinin burunlarına reçel sürüyorlar. Ekmek kalmadı herhâlde.

Ne desem acaba şu an ? Bozuntuya vermeden evden mi kaçsam? Her şeyi gördüm deyip şakaya vurup masaya otursam utanırlar mı ki? Aman her neyse gidiyorum ben ya!

Ufak bir öksürük koyup lafa girdim:
"Öhöm öhöm... Iıı şey ben çıkıyorum acelem var. Adanalı arkadaşım Firdevs beni bekler. " dedim utanarak.

Ya ben niye utanıyorum.
Allah Allah! Onlar utansın canım. Aile var bu evde. Çocuk gibi hareketler falan cık yani, yakışmıyor.

"Asiye Gül indin mi kardeşim?"

İşte o muazzam müsvedde sözü. Yok Lala daha yoldayım, trafik var gecikeceğim siz devam edin beni beklemeyin. Tövbe Ya Rabbim!

"Hı hı geleli 4 dk. 20 saniye oldu da şimdi çıkıyorum. Marangozluk atölyesine gideceğim. Firdevs beni bekler." deyip arkamı dönmüştüm ki Lale Gül:

"Dur ! Nereye gidiyorsun?" demesiyle yavaştan bir u dönüşü yaptım. Anne edası ile konuşmasına devam etti.
" Aç aç olur mu? Karnını doyursaydın önce."

"Yok kardeşim siz devam edin. Ben Firdevs'le adana kebap yerim."

Söze enişte bey girdi. Yüzüne ezikler gibi bir tavır takınmıştı
"Sabah sabah Adana kebap mı?"

Ben de hemen göğsümü kabartıp hakkını vermek için söze girdim.
"Evet ya enişte bey. Ne sandın benim arkadaşım Adanalı, hakkını veriyor." dedim.

Ya işte enişte bey. Siz ot oburlar burada zeytin peynir reçel maydanoz otlanın. Biz etoburlar kebap yemeye Adana'ya gidek, şalvarından giyek, şalgam suyu içek sonra geri dönek. Okey?

İyice iç sesim saçmalamışken durmayayım gideyim dedim.

Lale Gül yine anne edasını diri tutarak,
"Dur sütünü iç bari. Sıcak sıcak iyi olur." dedi.

İçimden sabır çekip:
"Ya Lala bilerek mi yapıyorsun ben süt içmem. Tüketmiyorum arkadaş, zorla mı? Her seferinde ağzıma sokma çabaları."

"Bak Asiye Gül süt içmiyorsun boyun kısa kaldı. İkiz kardeşiz ama ben senden daha uzunum neden acaba?"

"Sanki şimdi içsem 2 metre uzayacağım. 20 yaşındayım ben, boyum 1.60'sa benim suçum mu Allah vergisi ne yapayım. Artık uzamam ümidini kes attık. Hem abartma uzunum diye aramızda alt tarafı 10 cm var."

"10 cm deyip geçme insanlar beni senin ablan sanıyor. "

"E ona kalırsa küçükken de ben senin abinim sanıyorlardı. "deyip göz kırptım.

"Neyse pes ediyorum Asiye Gül! Git nereye istiyorsan."

İçimde savaşı kazanmış asker gururu vardı. Ortamı yumuşatmak adına lafa girdim.
"Kötü bir yere gitmiyorum ya evime ekmek getirmek için çalışmaya gidiyorum. Bir kaç tane dolap boyar gelirim. Özletmem seni, istersen hemen gelirim?" dememle bir tebessüm bahşetti bana.

Bende bunun rahatlığı ile
"Allah'a emanet olun. "deyip kapıya doğru ilerledim.

Girişteki boy aynasından şalımı düzeltip son defa kendime göz gezdirdim. Mavi şalım deniz mavisi gözlerimi öne çıkarıyordu. Gözlerim ne çok büyük ne de çok küçüktü. Babamın gözlerindeki çekikliği ve annemden de iriliğini almıştım. Annem ela gözlü babam ise siyah gözlüydü. Şaka gibi gelse de bizim göz rengimizin mavi olması hakkında en ufak fikrim bile yok. Annem gibi beyaz tenliydim fakat ağız yapım babama benziyordu. Normalde pembe olan dudağım sinirlenince kırmızıya çalıyordu. Annemin söylediği kadarı ile bu özelliğimi babamdan almışım. Bu özelliğim beni rahatsız ediyor olsa da, ortada bir baba mevzusu vardı. Sırf bu yüzden bu halimi de severdim. Yüz şeklim annem gibiydi. Elmacık kemiklerim belirgin yüzüm çeneye gittikçe incelirdi. Annem benim kadar sivri çeneli değilmiş ama bu da Allah vergisi herhâlde. Allah'ın verdiğinden sual olunmaz.
Siyah Feracemin eteklerini düzeltip kendime tebessüm ettim. Ne çok inceledim kendimi halbuki hiç sevmezdim uzun süre aynaya bakmayı.
Kolumdaki saate bakıp belediye otobüsünün gelmesine 1 dk. kaldığını görünce gözlerim fal taşı gibi açıldı.

"Hay Allah! Aferin kızım sana. Tabana kuvvet koşmak gerek." deyip kapıyı hızla çarparak evden çıktım.

***

Atölyeye vardığımda Fatma Teyzenin mis gibi kokan yemeklerinin kokusunu aldım. Kapıyı tıklatıp içeri daldım.

"Selamun aleyküm millet!" deyip hepsine bir tebessüm bahşettim.

Tahmin ettiğim gibi sofranın üzerine gelmiştim bu muhteşem bir şeydi. Adananın muazzam sofrası vay bee!
Ben sofraya aç kurt gibi bakarken Fatma Teyze ile Firdevs gülerek :
"Ve aleyküm selam buyur otur . Kaynanan seviyormuş." dediler.

"Beni kim sevmez be.. Sevmesin de alayım dalağını. Öyle değil mi gardaşş?" deyip önce Fatma teyzeyi sonra Firdevs'i öptüm. İçimden çıkan Adana külhanbeyine ben bile şaşırıyorum.

Aklıma gelenle , "Ellerimi yıkayıp hemen geliyorum" dedim ve lavaboya uçtum.

***

Atölyedeki 7.saatimin sonlarına gelmiştim.
Ali abinin getirdiği dolapları Firdevs ile boyayıp verniklemiştik.

Firdevs'in tulumunun her tarafı boya olmuştu. Renkliydi ama yine de çok tatlıydı benim arkadaşım.
Vernik demişken o benim olmazsa olmaz kankam. Firdevs'in tabiri ile vernik kullanınca ben ben olmuyormuşum ve hep saçmalamaya başlıyormuşum. Daha neler? Ben niye bilmiyorum bunu?

Elimdeki vernik fırçasını kenara bırakıp, Firdevs'e:
"Canım şuradaki sarı boyayı uzatır mısın? "dedim.

Elimle gösterdiğim yere bakıp:
"Aboooo! Kızım sen yine kafayı bulmuşsun. O sarı boya değil, kırmızı vazo. Hani şu içinde çiçek olandan. "dedi gülerek.

Hakikaten öyle mi diyerek gözlerimi ovuşturup tekrar baktım.
"Hayır ya! Sarı boya işte ver onu bana. "deyip elimi attım ki birden bir kırılma sesi ile bende çoktan yeri boylamıştım.

Eyvah ki eyvah!
Galiba haklıydı. İnşallah bu düşen şey Fatma Teyzenin çiçeği değildir.

Firdevs elimden tutup ayağa kaldırdı beni ama benim ayakta duracak halim yoktu. Hayret!
Firdevs'e dayanarak dengemi sağlamayı başardım . Kırılan cisme gözlerimi kırpıştırarak baktım ki ne göreyim. Haklıymış. Yere düşen kırmızı vazolu bir çiçek. Bu demek oluyor ki Fatma Teyze beni döner bıçağı ile kesecek.

" Yani saf deli dolu olduğunu bilirdim de renk körü olduğunu bilmezdim Asiye Gül ne yaptın kızım yine?! Kafan uçmuş senin."

"Yok hamdolsun şu an bedenimin üstünde başım lakin Fatma teyze bu vazoyu görünce aynı şeyi söyleyemeyeceğim. " deyip kurbanlık kuzu gibi masum masum vazoya bakmaya başladım.

Firdevs küçük bir kahkaha atıp:
"Ne diyorsun Asiye Gül sen? O çiçek annemin değil ki? Benim. Ali enişten almıştı dün. "

"Neee! O zaman sen keseceksin beni . Bir de Ali abi almış ya tüh ne yapacağım ben şimdi? Ben sana aynısını alırım desem, olmaz manevi değeri var. Yerini tutmaz. Hah buldum en iyisi sen benim kafamı kır. Vazo yap. Buradan da sarı mı kırmızı mı hangi renkse boya sür. Vernikle bir güzel, kaliteli vernik olsun ha?! Mezarlıktan da kırmızı çiçek çal ahada buraya dik." deyip kafamı tutmak için ellerimi salmıştım ki dengemi kaybedip 3 metre uzağa uçtum.

Bunu nasıl yaptım bilmiyorum ama vay be verniğin gücüne bak sen! Galiba deniz kenarına geldim kafama su çarpıyor. Ben böyle denize bakarak sırıtırken son duamı etmek istedim.

"Allah'ım ne olur şu denizden bir gemi geçsin de beni götürsün yoksa Firdevs beni kesecek. Kalamam buralarda artık. Hem o da ne?! Köpek balığı geliyor. Allaaaaaaah!"

Ben köpek balığı ile boğuşurken Firdevs bu sefer güçlü bir kahkaha attı.

"Ne saçmalıyorsun deli kız. Deniz değil o akvaryum. Hem köpek balığı dediğin de bizim minik Zumu oluyor." dedi.

Gerçek miydi bilmiyorum. Aman her neyse benim başım çok ağrıyor yine, buna kafa yoramayacağım.

"Gel gel ben sana bir tuzlu ayran yapayım da ayıl. "

"Karnım acıktı ya belki de ondandır. Bir şalgam getir bana turp gibi olurum. Hadi Adana Şalgamı olsun. Sen getirmezsen ben getiririm. Hatta beraber gidek. Adana'ya gidek mi ? Şalgamından içek mi?"

"Biliyor musun Asiye Gül vernik sana yaramıyor. Çenen düşüyor ya! Ayılınca belki zar zor hatırlayacaksın ama ben sana kaç defa dedim vernik kullanırken maskeni tak diye. Bak bana bende bir şey var mı? Gerçi ben Adanalıyım turp gibi sağlamım evelallah bana bir şeycik olmaz da sorun sende. Gel bakalım buraya. "deyip sağ kolumu omzundan atıp beni tartarak kucakladığını hissettim.

Ben de halimden memnun:
" E ne olmuş yani? Benim anam Karadeniz kadını. Babam bilinmeyen Osmanlı Torunu.. Asıl ben dağ gibiyim be!.. Heyt be ne kadar da güçlüymüşüm yeni fark ettim." diye bağırıp kıkırdamaya başladım.

Hareket etmeye başlayınca önüme bakmaya çalıştım. Galiba Adana'ya gidiyoruz .
Ben de meşhur şiveli şarkımı söylemeye devam ettim.
"Adana'ya gidek mi ? Şalvarından giyek miiii?
Adana'ya gidek mi? Şalgam suyu içek miiii?
Gidek gidek gel gidek Adana'ya gel gideeeeek!"

Yumuşak bir yere oturttu vay be Adana baya yumuşakmış.
Ağzıma bir şey verdi ayran kokuyordu fakat bunun tadı ekşi ya.
Üzerime uykunun ağırlığı çöktü ve ben gözlerimi kapatıp yumuşak Adana'ya veda ettim.

***

Gözlerimi misler gibi kebap kokusu ile araladım.
Ne olmuştu bana?
En son üzerimden tır geçmişti herhâlde. Tövbe ne diyorum ben?! ALLAH KORUSUN.

Neyse bu koku nerden geliyor acaba? Doğrulup atölyenin bahçesine çıktım.
Firdevs sofra kuruyordu. Hem sitem etmek istedim ama bir yanda Adana Kebap, Ayran ve Şalgam suyu varken fazla abartmayayım dedim.

"Firdevsçim sen beni niye uyandırmadın canım ?
Kaç saat uyudum ben?
İnsan hiç arkadaşına öyle yapar mı?
Ben uyurken sen kebabı löp löp götürecektin değil mi?"
Laflarımı nefes almadan artarda sıralarken Firdevs beni dikkatle süzüyordu.

"Abooo Asiye Gül! Sana da günaydın. Sence de fazla abartmadın mı gülüm hı? Ben öyle biri miyim?"

"Doğru kusura bakma yapmazsın tabi. Ben hiç bir şey hatırlamıyorum ne oldu bana? En son dolap vernikliyorduk sonrası yok."

"Boş ver, anlatırım ben de sen inanmazsın. Önce şu yemeğimizi yiyelim soğutmadan, sonra yorgunluk kahvemizi içerken anlatırım inşallah. Sonra da ikindi namazını kılarık beraber. Hadi buyur sofraya ,ben annemi çağırayım. " deyip yukarı çıktı.

Ben mi ne yaptım tabii ki sofraya yamuldum.
Yamuldum dediysem yanlış anlamayın ben büyüklerimi beklemeden başlamam.
Şu an yapmam gereken, kedinin ciğere baktığı gibi bakmak hepsi bu.

.
.
.

Kızıl Elma🇹🇷

YAZAR:GÜLÜZAR ATLIHAN

♥Instagram Adresi
@1atlihanguluzar

♥Twitter Adresi
@1afitabvari

♥Wattpad Adresi
@yzrguluzaratlihan

Vote ve yorum yaparsanız çok mutlu olurum.🙃

DEGERLİ ÖMRÜNÜZDEN NAÇİZANE ROMANIMA VAKİT AYIRDIĞINIZ İÇİN TEŞEKKÜRLER😘

Kitap kokulu kalın.
İyi okumalar.♥♥

KIZIL ELMAHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin