Öpücük

37 9 0
                                    

Sabah uyandığımda, karşımda iki çift göz vardı. Bu gözlerin sahibi ise Kerem'di. "Sabah sabah burada ne yapıyorsun Kerem?"  diye sordum.  O da "Hiiç,  erken kalkmıştım size geleyim dedim. Seni de uyurken görünce izlemek istedim"  dedi.  Bu söylediğinden sonra yanaklarım kızarmıştı.  Onun bu yaptıklarını ister istemez seviyordum. Saçmalama Belfu! O senin kardeşin gibi, kendine gel. 

Üzerimi giyinip aşağıda bekleyen bizim tayfaya baktım.  Herkese günaydııın diyip kahvaltıya oturdum.  Kahvaltı yaptıktan sonra okula gittik.  Okulun bahçesindeki bankta otururken Ateş de yanımıza gelip bana sarıldı ve "Günaydın"  dedi.  Ben de ona geri karşılık verdim.  Kerem bu durumdan sinirlenmiş olacak ki yanımızdan hızla kalkıp gitti.  Onun bu hallerine gerçekten de üzülüyordum. Tamam,  o da biraz haklıydı.  Benim ilginç bulduğum kısım burası değildi zaten. Asıl ilginç olan Murat da benim kardeşim gibiydi ama o Kerem gibi davranmıyordu. Kerem'de bambaşka bir şey vardı. 

Bütün gün Kerem benden bakışlarını kaçırmıştı. Ben bu durumdan hiç de memnun değildim.  Okul bitişinde Keremle buluştuk.  Beni bir yere götüreceğini söylediğinde itiraz etmedim.  Ormana benzeyen her yeri ağaçlarla kaplı bir yoldan geçiyorduk.  En sonunda arabadan indiğimizde eski bir okulun önündeydik.  Neden burada olduğumuzu anlamamıştım. Kerem elimden tutup beni okulun içine götürdü. Yerlerde minderler vardı.  Yine dünkü gibi kafamda bir şeyler canlanmaya başladı.  İki küçük çocuk... Biri kız diğeri erkek... Kız erkeğin yanına gidip tanışmak için elini uzatıyor.  Sonra da yerine geçiyor. Kafam patlayacak derecede ağrıyordu.  Anılar kesik kesikti. Parça parça hatırlıyordum.  Kerem beni yorduğunu anlamış olacak ki elleriyle yüzümü çevreledi.  "Belfu benim seninle konuşmam gereken bir konu var"  dedi.  Ben de "Tamam konuşalım"  diyip anlatacaklarını dinlemeye başladım.  "Öncelikle Belfu şunu söylemek istiyorum ki Ateş senin sevgilin değil.  Seni kandırıyor"  dedi.  Bir an kafamın içinde sesler yankılandı.  "Kerem,  bana yalan söyleme!"  dedim.  O da "Sana yalan söylemiyorum.  Biz onunla kavgalıyız,  sen de öyleydin.  Bizden intikam alacağına dair yemin etti ve şuan senin bu durumunu kullanmaya çalışıyor anlamıyor musun?"  dedi.  "Anlamıyorum. Ben kimseyi anlamıyorum gerçekten. Önce Ateş gelip biz sevgiliyiz diyor,  sonra sanki benim sevgilim senmişsin gibi telefonda adın yiğidim diye kayıtlı oluyor,  şimdi de gelmiş bana siz sevgili değilsiniz diyorsun"  deyip okuldan çıktım ve yürümeye başladım. 

"Belfu bir dakika bekle " diyip yolun ortasında kolumdan tuttu ve beni durdurdu . " Seni dinlemek istemiyorum Kerem!  Rahat bırakın lütfen beni " dedim ve daha hızlı yürümeye başladım. Kerem bu sefer yine önüme çıktı ve hiç anlamadığım biçimde beni öptü. Anlayabiliyor musunuz?  Beni öptü... Hem de bu yanaktan olan masum bir öpücük değildi.  Bu dudaktan olan bir öpücüktü...

Güçlükle Kerem'i itip yüzüne tokat attım.  "Ne yapıyorsun sen! Kendine gel Kerem! Sen benim arkadaşımsın, sevgilim değil!"  diye bağırdım. "Bana arkadaşım deme,  çünkü ben senin..."  cümlesini tamamlayamadan gözlerim karardı ve yere yığıldım.

Gözlerimi açtığımda her zamanki gibi yine hastanedeydim. Kerem'in endişeli bakışlarıyla,  bakışlarım buluştu.  Hemen gözlerimi kaçırdım. Doktor odaya gelince Kerem yerinden kalkıp "Nesi varmış? Neden bayılmış? "  diye sordu.  Doktor da "Endişelenecek bir şey yok.  Sadece tansiyonu düşmüş o kadar. Hastaneden çıkış yapabilirsiniz"  diyip odadan gitti.  Kerem çıkış işlemlerini hallettikten sonra bana aşağıya kadar yardım etmek istedi ama ben izin vermedim.  Yaptığı şeyden sonra nasıl izin verebilirdim ki? Arabaya bindiğimizde ikimiz de sessizdik.  İnerken "Belfu ben..."  derken konuşmasını böldüm.  "Daha sonra konuşuruz Kerem ama şimdi değil"  dedim ve odama çıktım. 

Hemen Ateş'i arayıp buluşmak istediğimi söyledim.  Beni almaya geldiğinde kızlara haber vermeden onunla birlikte gittim.  Terk edilmiş,  eski bir dükkana gelmiştik. "Ateş,  başka yerde konuşamaz mıyız?  Burası çok tuhaf"  dedim.  O da "Etrafa pek aldırma,  ne diyeceksin?"  dedi.  "Bugün Kerem sana söylemem gereken bir şey var diyip beni bir yere götürdü ve bana,  aslında bizim sevgili olmadığımızı bunu bizden intikam almak için yaptığını söyledi.  Bu doğru mu Ateş?"  dedim. Biraz bakıp ufak bir kahkaha attı. "Hayır desem inanacak mıydın?"  diye sordu.  Bu sorunun cevabını daha ben bilmiyordum ki.

  Birden ellerimi Ateş'in ellerinde buldum.  Ellerimi sıkıca tutup beni dükkanın içine soktu.  Bir sandalyeye oturtup ellerimi ve ayaklarımı bağladı.  "Ne yaptığını sanıyorsun sen?  Bırak beni!  Sen ne tür bir hastasın ya?"  diye bağırıyordum.  "Cık cık,  Kerem'e inanıp buraya gelmekle çok büyük bir hata yaptın Belfu.  Evet, bunları intikam için yaptım.  Eğer uslu dursaydın bu olaydan canın yanmadan çıkacaktın ama artık çok geç"  dedi. 

Korku,  tüm bedenimi kaplamıştı.  O pislikten öyle korkuyordum ki.  Şuan tek ihtiyacım, Kerem'di.  Tuhaf bir şekilde Kerem'e ihtiyaç duyuyordum.  Hayır Belfu,  kendine gel! Artık Kerem mevzusu bitti.  Seni dudağından öpen kişi asla arkadaşın olamaz.  Onunla bir bağlantın yok artık! 

Gece olduğunda biz hala dükkandaydık ve ben o Ateş manyağıyla aynı mekanda, yalnız olduğumuz için oldukça korkuyordum.  "Evet küçük hanım,  şimdi söyle bakalım sana ne yapalım?"  diye sordu alayla. Yüzünü yüzüme yaklaştırdığında büyük bir nefretle yüzüne tükürdüm.  "Şerefsiz,  beni kandırarak eline ne geçti ha? "  diye sordum öfkeyle. Hiçbir şey demedi.  Dükkandaki başka bir odaya girip ışığı da kapattı.

"Ateş,  aç şu ışığı! Ateş bak korkuyorum aç! Ya kime diyorum? Nereye gittiysen gel şu içeriye! " diye bağırdım.  Karanlıktan oldukça korkardım ve yine aynısı oluyordu.  Ateş elinde bir demirle gelirken korkuyla titriyordum.  Elinde demir,  odun,  taşlar ve çakmak vardı.  Dükkanın ortasına taşları yuvarlak biçimde dizdi.  Ortasına da getirdiği odunları koydu.  Çabuk tutuşsun diye de etraftan poşet bulup getirdi. (Yapma etme poşet 25 krş leeğğnnn mxmdjddjdm).  Çakmakla tutuşlayınca ateş yanmaya başladı.  Benim oturduğum sandalyenin yanındaki koltuğa oturdu.  "O demiri ne yapacaksın?"  diye sordum.  "Bunu biraz sonra görürsün tatlım"  dedi.  "Sen ne biçim bi insanmışsın ya? Ben de gerizekalı gibi sana inandım. Senin yüzünden Kerem'e inanmadım ben. "  dedim.  Lanet olsun ki yine Kerem çıkmıştı ağzımdan.  Onu ne kadar ağzıma almak istemesem de bir yolunu bulup adı,  dudaklarımdan dökülüyordu.  "Aa ne duygulandım bilemezsin" dedi.  Onun bu halleri beni aşırı derecede sinir ediyordu.  Buradan kurtulursam onu boğabilirdim. 

Ateş sönünce közü dibinde kaldı.  Ateş ayağa kalkıp" işte şimdi intikam vakti tatlım  " diyip elindeki demiri köze tuttu.  Hayır... Aklımdan geçen şeyi yapamazdı... O kadar da acımasız olamazdı.  Demiri yüzüme yaklaştırıyordu.  Artık yolun sonuydu. Yüzümde baktıkça Ateş'i hatırlayacağım bir işaret olacaktı.  Şuan birinin gelip beni kurtarmasına o kadar çok ihtiyacım vardı ki.  Peki ya Kerem... Bu haldeyken bile onu düşünüyordum.  Öyle bir durumdaydım ki artık yolun sonuydu... "Pürüzsüz cildine veda et tatlım,  çünkü artık yüzünde baktıkça beni hatırlayacağın bir işaret olacak"  dedi ve tam yüzüme bastıracakken beklediğim o ses geldi. 

"Bırak lan onu. Bu sefer seni geberteceğim Ateş "


Vote ve yorumlarınızı eksik etmeyin lütfen...

Yorum yapmasanız bile oy vermek 5 saniye... Oylarınızı esirgemeyin!

İLK ÇARESİZLİĞİM Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin