Güzel bir yaz gecesi, zemheri kadar imkansız, bir o kadar da mucize gibiydi o aslında.
§
Ruhumun hükmünde olan kırıklar vadisi, hâlâ ayaktaydı. O kadar yerinde çatlağı var olmasına rağmen, inatçılığı ile bu savaşta kaybetme süresini uzatıyordu. O kırıklar vadisi bendim. İçimde küçük bir korku ile beraber, umut da vardı buraya geldiğimde. Neredeyse 2 hafta olacaktı, ama ailemin beni aramak için gram uğraş vermemesi..
"Şu çikolataların sütlüsünü almamakta neden bu kadar ısrarcılar ki? Kapkara, hiçbir şeysiz ve acı çikolatayı ne yapayım ben."
Herkesin dünyasında olayların çok farklı olduğunu, Taehyung sayesinde çok iyi anlıyordum.
"Jennie, bana pasta yapar mısın?"
Çikolata sohpetinden sonra konu ne ara bana gelmişti Tanrı aşkına?
"Yukarıdaki barmen'e söyle sipariş versinler. Hiç modumda değilim, Taehyung."
Jungkook ile diğerleri yaklaşık 4 gündür sabah erken gidip, gece yarısı geliyordular. Hiçbir şey söylemediği için, inadına sormuyordum. Konuşmalarından kaçınmam da açıkca belli ediyordu isteğimi. Küçük bir adres bile bana yeterdi.
"Neden keyfin yok? Nereye gittiklerini mi merak ediyorsun yine?"
Göz devirdim. Her gün bu soruyu sorduğu için, sesindeki alay tınısı açıkca belliydi.
"Eylül gelse de üniversiteye başlasam."
Lisa'nın babası sağolsun, benimle Lisa'yı aynı yere kayıt ettirmişti.
Sınav vermeden gireceğimiz, kolay olacağını belirtmiyordu.
Eylülden Ocak ayına kadar notlarımız 85'den aşağıda olmamalıydı. Bu bir nevi sınav gibiydi."Benimle bütün gün ilgilenmekten sıkıldın değil mi? Herkes sıkılır."
Önce bu cümleyi az önceki alaylı tavrıyla söyeldiğini sandım. Ama yüzündeki ifadeyi daha önce görmediğime yemin edebilirdim.
İstemeden onu kırmış olmalıydım."O mânâda demedim, sen de hemen üstüne alın zaten. Biraz daha kafamı bu konularla doldurursam, depresyona falan gireceğim."
Güldü.
"Aşk denilen zıkkımın tadına bakmayı bu yüzden istemiyorum."
"Niye? Tüm gün zıkkımın kökünü ye dediğimizde, onu da yerim diyorsun, oğlum."
İçeriye giren Jimin, ona laf atıp, doğruca odasına girdiğinde, Tae onu taklit etmişti. Ciddi ciddi bu adamın 18 yaşında olmasına imkan yoktu. 7-8 yaşlarında gibi gösteriyordu. Diğerlerininde içeriye girdiğini gördüğümde, bakışlarım duvarda asılı olan dairevi saate kaydı. Hayret, daha yeni akşam olmaya başlıyordu. Çoğu zaman gece yarısından sonra teşrif ettikleri için, alışkın değildim.
"Kıyamet kopacak." diyen Taehyung'a garip bakışlarımı atarken, gözleri arkamdaydı.
Arkaya döndüğümde, Jungkook'u fark etmiştim. Buraya kadar her şey normaldi. Yüzünü gördüğümde ise, gözlerim irice açıldı. Gözünün kenarında kesici bir aletle olduğu belli olam bir kesik vardı. Kanamıyordu, ama üzerindeki kanı hâlâ duruyordu kuru bir şekilde. Hiçbir şey demeden odasına yöneldiğinde,
"Dur!" diye sesimi yükselttim.
Kapı kulpuna giden eli, sabit kaldı. Başını çevirip ifadesizce yüzüme baktı.
"Ne oldu?"
"Bir şey yok, önemsiz bir şey, Jennie-.." diye araya giren Jin'i elimi havaya kaldırarak susturdum.
Kapıyı açtığında, gözlerim hafifce doldu.
"Yeter, neden böylesin sen? Yalnızca o değil, siz de! Geldiğimizden beri eski samimiyet yok ortada! Ben size güvenerek buraya geldim, ama bu tavırlarınızı da hak edecek hiçbir şey yapmadım. Gelmemi istemiyordunuzsa, neden ya, neden? Çıkamıyorum şu boktan konunun içinden."
"Kuruntu yapıyorsun, Jennie, bir şey yok."
Yoongi duvara yaslanmış, kendi yorumunu ortaya atarken bakışlarım tek bir kişideydi. En çok karşımda, kapının önünde duran ona güvenerek gelmiştim, ama o güvenimi sorgulamama sebep oluyordu.
"Anlatamayacağımız şeyler olur, Jennie, şimdi de bunu anlatamam, anlatamayız. Yüzümdeki küçük bir sıyrık ve 2 haftaya izi bile kalmayacak."
Histerik bir şekilde güldüm.
"Anlatamayacağınız şeyler olabilir de, bu benim içimdeki kaosu daha da büyütüyor. Ben güvenimi sorgulamaktan yoruldum.."
Sesimin yüksek çıkması, gözlerinin kapanmasına sebep olmuştu. O sinirlenmişti. Ama ben birkaç günün sinirini üzerimde taşıyordum.
"Güvenmeseydin, zorladığımızı hatırlamıyorum!"
Tıslayarak söylediği kelimlere bir kurşuna çevrilip, tam da kalbime, onu sakladığım yere acımasızca saplandı.
"Jungkook!"
Namjoon'un sert sesi araya girdiğinde, o gözlerini açıp bana baktı. Boştu, duygusuzdu. Bir şeyler değişmişti. Bir şeyler olmuştu! O bu kelimeleri kuracak kadar acımasız olamazdı değil mi?
"Bir kez daha hayal kırıklığı.. Teşekkür ederim."
Başımı yana yatırıp, göz yaşlarımın akmasını umursamadan bu cümleyi söyledim tam da onun gözlerinin içine bakarken. Ardından, kapıdan, montumu askıdan alarak çıktım. Arkamdan çok seslendiler ama, kulaklarım sağırlaşmıştı. İçimdeki çığlık, hiçbir şeyi duymamam için elinden geleni yapıyordu.
Ruhum çığlık çığlığa ağlamaya başladı..
Kırıklar vadisi, bir çırpıda yeri boyladı..
Bu anda yağmur, benimle birlikte ağlayıp, yanımda olduğunu hissettirdi.
Çünkü, o da biliyordu, yanımda olduğunu hissettirmeyen hiçbir şey olmadığında var olmayacağımı.§
Yorum ve oylarınızı bırakmayı unutmayın💙
ŞİMDİ OKUDUĞUN
cheiro no cangote | jenkook
FanfictionSaçları boynuma değdiğinde huylanırken, burnunu boynuma hafifçe sürtüşünü hissettim. Ardından hoş sesi fısıltılı bir şekilde yankılandı kulaklarımda. "Cheiro no cangote." [ Jennie ๑ Jungkook ] © mavitzm | 2018