Bir yenilginin tam göbeğindeydim.Ruhumun kumaşını delik deşik eden kurşuni bir öfkenin gazabı düşmancıl hislerimin bütünüydü aslında. Yenilgi bir anlıkta olsa kendi içimdeydi. Sonra gözlerimde ve sonra da onun dumanlı bakışlarındaki yansımamda.
Üstüme gelerek, beni bastırarak ve köşede sıkıştırarak almak istediği neydi?
Bir kullanımlık(!) bedenim.
Daha on sekiz yaşında bir kız çocuğu olarak, hukuk savaşı veren bir avukat gibi kendimi savunurken, dudaklarıma fısıldayan şeytanın vaadine kanmış aciz bir kula dönüşmek kısacık da olsa aptal bir yenilgiydi.
Ensemin altındaki sert kemiğin üzerini örten ete temas eden büyük el saçlarıma kadar dokunabilecek cürreti bulmuş, aklıma çelmeyi takmayı sinsi bir yolla başarmaya çalışıyordu. Çenesinin sivriliği ucunda açan binlerce bakır telini anımsatan sakallarla çeneme batıyor oluşu, tenimdeki minik bebeksi tüyleri iştimaya dikiyor ve iyi hissetmiyordum. Hislerim olması gereken yönde değildiler ve onları hipnoz olmaktan kurtarmak için önce bu adamdan mesafe dilenmek zorundaydım.
Ama ne mümkün!
Dilim damağıma tutkallanmıştı sanırsın...
Çehresini güzel kılan kemiklerinin demir sertliğine yakından... Çok yakından bakıyor olmak özenle yontulmuş bir taşın heykelleştirilmiş halini gözlerime sunuyordu.
İlahiydi, ama benim için değildi.
Arkamdaki kapı kulbu durmadan bastırılırken, vaziyetimiz ve doğuracağı sonuçları kenara itmek akıl karı olmazdı. Ancak göz bebeklerinin dudaklarımla gözlerim arasında dokuduğu mekikte, dudaklara yaslanan sigaranın her çekişte uçuk bir renkte harlanmasıyla çatırdayan uçkunların yakıcı hissiyatı vardı. Neydi bu yabancılık çektiğim, tutku mu?
İrislerinin ortasındaki karaltı büyürken, etrafını saran kahve tonu ateş yutmuş gibi kızıla çalarken burnundan dumanlar çıkacak sanmıştım.
"Beni korkutuyorsun."
Gözleri sırtımın yaslı olduğu ve yumruklanan kapıya kısacık değip gözlerime yetişti. Sakallarının gömemediği boğazındaki çıkıntı ağır ağır oynadı. "O halde neden korkmuş gibi görünmüyorsun?"
Fısıltısı dudaklarımı yaladığında, kışın ortasında soba üstünde kavrulmuş bir kestaneyi andıran saçlarından, aşağı doğru süzdüm. "Nasıl görünüyorum?"
Dakikalar önce beni öpen dudaklarını susuzluk çeker gibi ıslattı, gözlerim son durağını bulmuştu. Tıpkı onun da aynı durağı seçiyor olması büyük şanssızlık sayılmalıydı.
Arkamızda kopan kıyameti düşünmemi erteleyen bakışları gittikçe kısılıyordu. Burnu burnuma paraleldi ve yaşadığına dair üflediği her nefes benim kapılarımı sarsıyordu. "Zeki, çekici ve biraz da kırılgan... Asla korkak değil." Gerçekten saydıklarına inançlı bir bakışla şahadet parmağını kaldırdı ve gözlerim onu takip ederken kirpiğimin ucunda intihar etmeye çekinen gözyaşını yakaladı. Damlacığı, parmağının ucuna konan bir uğur böceği gibi inceledikten sonra katiyen düşünemeyeceğim bir şey yaptı.
Gözlerime doğrulttuğu silahvari gözleriyle parmağını iki dudağının aralığına koyup emdi. Kaşlarım çatıldı, organlarım bombardıman altında kalmıştı. Aldığım nefes kursağıma takıldığında, parmağını emmeyi bırakarak vardığı kanaati mırıldandı.
"Bu gözyaşları bir tür strateji olmalı. Sen küçük bir kız çocuğu gibi davranıp korkuyorum diyerek zırlayacaksın, ben de seni bırakacağım. Hmm, akıllıca ama sorun şurada Lavinya; ben döktüğün yaşlara kıyamayacak kadar merhametli bir adam değilim."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
S O N B A K İ R E
Teen FictionDişlerinde dilini gezdirirken dudakları karanlık bir gülümsemeyle yavaşça kıvrıldı. "Düşündüm de, seni sevişmeye ikna etmek, sevişmekten daha keyifli olacak... "