AÇELYA..."Açmıyor." Dedim saçımı kulağımın gerisine sıkıştırıp telefonu indirirken. Bir elimin baş parmağını kemiriyor ve Mahire bir şey yap dercesine bakıyordum, mümkünmüş gibi.
Lavin, baruta kafa tutan ateşli bir öfkeyle evi terk edip bizi geri durmamız konusunda uyardığından beri volta atıyordum. Tek temennim başının belaya girmemesiydi ama Lavin ve ben bir tür paratoneri andırırdık. Tamam genelde belayı çeken taraf ben olurdum ama bu defa işler boyumuzdan büyüktü. Çare, ulaşamayacağımız rafta şeytansı kahkahasıyla bizi seyrediyordu sanki.
Kısılmış gözlerinin gerisinde yaptığı hesaplamalardan bir sonuç çıkaramamış olmalı ki Mahir, mavi bir güne açılan cam kadar berrak gözlerini üstüme dikti.
"Çok sinirliydi." Metal bir yüzük taktığı parmağı çenesini kaşıdı. "Onu en iyi sen tanıyorsun. En fazla ne olur?"
Başımı gülerek salladım. Bu gülüşüm kaz ayaklarımı çıkarmaz, genelde panik eşiğinde doğan telaşı yansıtırdı. "Evi yıkılıyor! Ve Lavin sinirlenmedi, deliye döndü. Sinirlendiği zamanlar bir şeyleri parçalar, deliye döndüğünde ise insanları."
Mahir geniş omuzlarını esnetti. "Pekala, o hâlde hakkında endişelenmemiz gereken kişi Lavin değil."
"Bilemiyorum. Hâlâ evi yıkılıyor." Üzerime yapışan endişeden arınamıyordum. Telefonum bir anda çalmaya başladığında ateş almış gibi açıp kulağıma götürdüm.
"Açelya, evinin yolunu hatırlıyor musun?" Kalın, otoriter ve baskıcı bir ses...
Yanaklarımı şişirdim ve merakla bakan Mahire dudaklarımı oynattım. "Yanlış alarm."
"Geliyorum baba." Çat diye kapattı. Eğer zamanında gitmezsem evde kaos çıkarabilecek kapasiteye sahip bir babam olduğunu Mahire detaylarıyla aktardığımda bana evde kalıp Lavini bekleyebileceğini söylemişti. Eğer Lavin bu yüce Vogue'a güveniyorsa ben de güvenmem gerektiğini biliyordum.
"Haberleşelim." Deyip hafifçe tebessüm ettiğinde başımı oynattım. Kapıdan çıkarken elimi alnıma vurup içimden mırıldandım. "Çok cool..."
Bel çantamın kemerini sıkarken, telefonumu ön gözüne koydum ve bu arada çevirdiğim taksiye doğru karşı kaldırıma hızlı adımlarla ilerledim. Sokakta, geçip giden arabalardan başka kimse yoktu. Soğuk, insanları eve tıkmış olmalıydı. Kısa deri montumun kollarını aşağı çekiştirirken dişlerim birbirine geçmişti. Dışarıdaki feci soğuk adeta iliğimi ısırırken bir an önce kapıya asıldım ve kısa pileli eteğimi tutarak arka koltuğa oturdum.
Dikiz aynasından bakıştığım orta yaşlı şoföre, "Sarıyere gidiyoruz." Diye kısa bir direktifte bulunduğumda adam kalkış için vitesi değiştirirken kapı koluma biri davrandığında afallamış, şoför frene dokunmak mecburiyetinde kalmıştı. Saçlarımı kenara çekecekken refleksle döndüğümde göz bebeklerim kanayacak sandım bir an.
Lanet olsun!
Onun burada işi neydi! Tanrım. Bedenimi anlık saran titreme, beni en sonunda bir başıma yakaladığı içindi. Yalnız hissediyordum çünkü şoför oldukça çelimsiz görünüyordu ve Sergenle gücü kıyaslanamazdı bile. Çığlık atmak istedim ama dilim damağımdan ayrılamadı.
Gözlerine ürkünç bir gölgeyle indirdiği beyzbol şapkasının altında, çarpık gülüşüyle donmuş yüzüme eğildiğinde yutkunuşumda bir küfür saklı kalmıştı. Bir elini taksinin üst kısmına yasladı ve göz kırptı. "Selam."
Kendimi içeri olabildiğince çekip güvenceye almak isterken kapının iç kolunu yakalayacakken küçük elim soğuk parmaklarının içinde hapsoldu. "Evet, tam da iniyordun değil mi, yardımcı olayım."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
S O N B A K İ R E
Fiksi RemajaDişlerinde dilini gezdirirken dudakları karanlık bir gülümsemeyle yavaşça kıvrıldı. "Düşündüm de, seni sevişmeye ikna etmek, sevişmekten daha keyifli olacak... "