-Mahir-

81.6K 2.4K 644
                                    

Cesur, yol boyunca yemi verilmemiş kafesteki bir aslan gibiydi.

Aç bırakılmaması gereken vahşi bir hayvana dönüşmüştü.

Kadıköy tarafına gitmek istediğinde kavşakta önümüzü tıkayan kazaya yeni küfürler tasarlayıp yemeğine ulaşamadığı her an asabiyetle sövmüş en sonunda sahile kıyısı olan büyük avizelere sahip samimiyetten uzak ve uçuk fiyatları olan bir mekana gelmiştik. Yanında gıkımı çıkarmadan oturmamsa onu ayrı sinirlendirmişti.

Ve öfkesi onu bir itirafa sürüklemişti. Bana, ona durmadan çemkirsem bile sesimi sevdiğini ve evden çıkmadan önce hakaret yağdırdığı 'güzel ağzımı' kullanıp kafasını meşgul etmemi istemişti. Bense yüzüne boş boş bakmış ve diğer tarafa dönmüştüm. Onu kaale almadığım içinse köpürmüştü ve kalbimi yeniden kırmıştı.

'Seni milyoner yapacak adama karşın daha itaatkar olmanı beklerdim', demişti bana. Adi pislik, eğer bunu her fırsatta yüzüme çarpacaksa neden kabul etmişti ki!

"Şu tabağı eşelemeyi bırak artık."

Tek bir yeri bile boş olmayan masaya dalan bakışlarımı irkilerek yukarı kaldırdım ve tiz seslere sebep olan gümüş çatalı tabağın yanına bıraktım. "Kahvaltıyla aram yok."

"Belli, buzdolabını süs diye almış olmalısın." Alay etmesine göz yumdum.

Portakal suyumdan bir yudum alıp geriye yaslandım ve o an aslında bu şatafatın içinde ne kadar absürt durduğumun bilincine vardım. Saçlarım dağınık bir topuz, üzerimde basit bir tişört ve taytla kenar mahallelileri andırıyordum -ki ben bir kenar mahalle gülüydüm.

Bunu yan masada kıkırdayıp fark etmediğimi sanarak Cesuru aralarında müzakere eden iki aptal sarışına bakarak çok daha iyi anlıyordum. Saçları oldukça parlak ve bir sürü bakımdan geçmişcesine göz alıcıydı. Üzerlerindeki minicik elbiseler benim gibilerin anca moda dergilerinde görebileceği kumaşlardı. Yüzleri ise paranın kurbanı olmuştu. Dudaklar yüzlerine uymayacak biçimde şişirilmiş, burun kemikleri yontulmuştu. Elmacık kemikleri ise içine çimento doldurulmuş gibi görünüyordu. Bir de şu rujlarını bozmamak için garip şekillere soktukları ağızlarıyla yemek yemeğe çalışmaları komikti.

"İnsanları bu kadar dikkatli incelememelisin Lavinya, onları rahatsız ediyorsun." Cesurun güler gibi çıkan sesi beni ona bakmaya itmek yerine kızların gözleriyle irtibata geçirdi. İkisi de kaşlarını çatmış neden onları ezerek izlediğimi sorguluyorlardı muhtemelen. Başımı eğip onlara göz dağı gibi bir selam verirken, sevimsiz bir gülümseme takındım. Gözlerime ulaşmayan bu gülümseme onlara ürkütücü gelmiş olmalı ki ikisi de birbirine bakıp oldukları yerde gerildi ve daha büyük gösteren hızlıca hesabı istedi.

Cesur hayretle konuştu. "Ne kadar da yırtıcı görünüyorsun."

Sarışınlar kaçamak bakışlarla masaya tomarla para bıraktıktan sonra topuklarının üstünde sekerek ikilediler. Memnun bir şekilde boğazımı temizledim ve masaya döndüm. Onları kışkırtabildiğime sevinmiştim ama bunu yapmamın nedeni beni kısa sürede rahatsız etmişti. Yanımdaki adama utanmadan ağızlarının suyunu akıttıkları için yapmıştım ve saçmaladığıma karar vermiştim. Ne de olsa ona sahip değildim. Cesurun gözlerinin ağırlığını yüzümde hissederek ona kısa bir bakış attım ve yeniden boğazımı temizledim. "Böyle kaliteli görünen ucuz insanlarla dolu mekanları seviyor olmalısın."

Ağzıma yeşil bir zeytin tıkıp gözlerine baktım. Elini saçlarının arasına sokup geriye iterken başını sallıyor ve kocaman sırıtıyordu. Mükemmel bir gülüşe sahipti kahrolasıca.

"Şuan tahrik olduğuma inanamıyorum." Neredeyse soluk boruma kaçacak olan zeytini direkten döndürürken hızla meyve suyuna sarıldım. Bu onu elbette ki eğlendirmişti. "O ortalığı toz duman eden bakışların, çok tehlikeli küçük bakire."

S O N B A K İ R EHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin