Cerrahoğlunu tanıdığım o lanetli yılbaşından beri kaburgalarımın altına sıkışan hislerimin bakakaldığım süre içinde nasıl uçuk bir korkuya yenik düşüşüne gözlerimle tanıklık ediyordum.
Ateş almış gözlerine karşı mutlak surette hissettiğim tek gerçek; korkuydu. Gelecekteki hareketlerini hesaplayamama korkusu.
Derisi kullanılmaktan dökülmüş ve bir zamanlar siyah olan koltuktan hışımla kalkışı, kızılları arkama baktıkça harlanan gözleriyle önüme uzun bir heykel gibi dikildiğinde bakabildiğim tek yer kaskatı göğsüydü.
İki uzun bedenin arasında dikilmesem böyle duraksamayacağına emindim. Ve o an onun hakkında minik bir detaydan bile emin olmak canımı sıkmıştı. Afallamış bir ifadeyle kaşlarımı çatarak bakarken ikimizin de dudakları aynı sabırsızlıkla ve aynı sertlikle kıpırdadı.
"Evime nasıl girdin?"
"Ne dolap dönüyor burada?"
Gözlerimiz onun başını eğmesiyle çakıştığında, "Evime nasıl girdin Cesur?" Diye sordum.
"İlk önce beni küçük beyle tanıştırmayacak mısın Lavinya?" Küçümser bir tonda konuştuğunda cevap alamayacağımı bilip pes ettim. Tek temennim Mahire aptal bir nedenden ötürü saldırmamasıydı, elimden geleni yapıp onu gönderene kadar idare edecektim artık.
Dişlerimi sıktım, aldığım nefes kelimelerle birlikte ciğerlerimi boşalttı. "Pekala, bu Mahir." Elimle arkamı gösterdim. "Mahir bu da Cesur... Tanıştığınıza göre gidebilirsin."
"Konuşmalıyız. Derhal!" Gözlerime direten gözlerine sinirle baktım. "Sonra-"
"Şimdi."
Başımın belası herif!
Arkamda dikilmekte olan ve her şeyden habersiz genç adamın üşümüş bileğini kaptım ve onu çekiştirdim. "Gel Mahir, sana banyonun yerini gösteriyim de bi elini yüzünü yıkayıp rahatla." Mahir itiraz etmedi ve geride kalan Cesur da yerinden kımıldamadı.
Onu salondaki banyoya soktuğumda dolaptan aldığım mor havluyu eline tutuşturdum. "İçerideki o küçücük pürüz için kusura bakma. Kendisi insanlıktan pek nasiplenmemiş de. Neyse ben o pürüzü hallederken sende..."
Tarazlı sesi lafımı böldü. İfadesi oldukça stabildi. "Neyin oluyor o adam?"
Omuzlarım kasılırken ellerimi taytımın arka ceplerine bastırdım. Buna verecek cevabım henüz yoktu. Üstelik ona açıklama mecburiyetimde henüz yoktu. "Öylesine biri işte, boşver gitsin."
Uzunca süre bakıştığımızdan ve onun bir daha konuşmayacağından emin olduktan iki dakika sonra Cesurun yanındaydım.
"Ne boklar çeviriyorsun sen?"
Kolumu tutup sıkan parmaklarını silktim ve mutfağa adımladım. Amacım Mahire yiyecek bir şeyler hazırlamaktı. Ona yolda bulduğum annesiz kalmış bir yavru kediye duyduğum merhameti gösteriyordum ve bunu sahiden istiyordum. Yaralı bir canlıyı sokakta akıbeti belirsiz bir yıkıklıkla terkedecek değildim. Kim olursa olsundu. Onun için belki bugünlük uyuşukluğumdan taviz verip aç olduğundan emin olduğum karnını doyurup iyi hissettirebilirim diye düşünüyordum.
Dolapları karıştırmaya henüz başlamışken varlığından sıkıldığım sıcak beden hareketlerimi takipteydi. Sıkkın bir şekilde cevapladım. "Benim bir şey çevirdiğim yok, asıl sen söyle evimin anahtarı elimde ve sen o kapıyı kırmadan nasıl içeri girebildin, pencerelerimde sağlam görünüyor?"
"Ev sahibinle aramızı düzelttik." Hah, bu kadardı işte.
Dolabın kapağını sertçe çarptım ve yüzüne döndüm. Bunun tek bir açıklaması vardı. Sıçtığımın adamına yine para vermişti ve o da -elbette ki yedeği olan anahtarı Cesura gönül rahatlığıyla takdim etmişti. Neden kimse benim tarafımda değil ki!
ŞİMDİ OKUDUĞUN
S O N B A K İ R E
Teen FictionDişlerinde dilini gezdirirken dudakları karanlık bir gülümsemeyle yavaşça kıvrıldı. "Düşündüm de, seni sevişmeye ikna etmek, sevişmekten daha keyifli olacak... "