Bölüm şarkısı; Beyonce/ Crazy in love...
Demir gibi kırılmaz bir inat somut şekilde oturduğumuz sofrada, izlediğimiz filmin karakterlerine yaptığımız absürt tartışmada, tutuşan ellerimizin iç içe geçmeyen parmaklarında hatta yattığımız yatağın ortasındaki boşlukta bile rahatsız edici varlığını hissettirirken artık olayın affetme meselesinden çıktığı apaçıktı.
Dilenen özürler sanki önümüze kurulan çelikten barikatlara çarpıp kalbimize değmeden puf diye uçuyor, hiç oluyordu.
Bir buçuk gün geçmişti. Tam koca bir gün ve onun yarısı, evin içinde birbirini görmeyen ve senelerin kahrını çekmiş yıllanmış evli çiftler gibiydik.
Tamam şu koskoca dünyanın kıytırık bir kaldırımında hüngür hüngür ağlatmıştı beni ama... Hep ağlatanları sevmez miydik zaten? Asla kabuk bağlamayacak bir yara açmadıkça ruhumda, terkedemeyecektim onu.
Sadece bir şey vardı şu elimin ulaşamadığı göğsümü sıkıştıran. Çekip alamıyordum, beni yalnızca kıvrandırıyordu...
"Bu his beni şimdiden kanser ederken ona dokunmuyor mu?"
"Dokunuyor..." Elimdeki meyve bıçağını lavoboya düşürürken sırtımı karıncalandıran dürtü ile arkamı dönmekle dönmemek arasında kaldım.
Lanet olası sesli düşünceler!
Ellerimi soğuk tezgaha koyup gözlerimi kendime küfrederek yumarken omurgama tırmanan ürpertinin bakışlarından dolayı olduğunu biliyordum.
Elleri benimkilerin üstüne kapandığında gözlerimi nefesimi vererek araladım. Kısa parmaklarımın boğumlarını okşarken burnunu enseme bastırdı. "Yirmi dört saatin hiç bu kadar geçmediğini görmemiştim..."
Gözlerimi yutkunarak kapadım tekrar. Kelimeler yüreğimi ateşte ısıtılmış kızgın demirle dağlamaya benziyordu. İnce ince işliyordu kendini oraya...
Kulağımın altındaki ince deriye usul usul burnunu kaydırıp nefesini o bölgeden çekerken ellerini kollarımdan yukarı çıkarıyordu. Anın tadını çıkarmaya çalışan bedenim olduğu yerden kımıldamazken nefesimin doğallığı çoktan bozulmuştu.
"Kendi başıma halledemiyorum Lavinya."
"Ben de. İnan ki üstesinden gelemiyorum... Konuşalım, bağıralım çağıralım, yeter ki bitsin."
Arkadan saran kolları içinde küçük bedenimi minnacık ettiğinde cıkladı kulağıma çarpan dudakları. Hafifçe yan döndüm, sadece gözlerimin yanını sıyıran kıvrık saç uçlarını görüyordum.
"Laftan anlamıyorum ben.". Dedi küskün küskün.
"Kimse sokak lambasının altında ağlayacak kadar kırılmamalı ama." Dedim sesim yoktan var olurken.
Kollarını sıktı. Nefesim daralmıştı ama ziyanı yoktu. Kaburgalarımı birbirine kenetledi, güya ondan başkasına koskoca kalbimde şuncacık bile yer kalmadı bu hareketiyle.
Çenesinin oynayan kemiğini yanağımın yumuşak dokusunda hissettim, sakallarıyla beraber. "Kimse karısını bir pezevengin kollarında görmemeli, kimse cennetini başkasının tatmasına izin vermemeli..."
Bu başkalaştırılmış diyaloğa ekleyebileceğim son şey, "Güven lazım bize." Oldu.
Reddeden tuhaf bir ses çıkardı. "Öyle lafla kuru kuru olacak şey değil." Kaşlarım çatıldı. Nasıl olacaktı başka?
"Öyleyse?" Dedim kaşlarımı kaldırıp. Bir önerisi vardı belli ki.
"Sevişelim mi?"
Gözlerim pat diye açıldı, mutfak dolaplarının altındaki fayanslarda ne kadar şaşkın bir ördeğe dönüştüğümü resmen gördüm. Kalbim saniyesinde kaburgalarımın basamaklarını üç beş tırmanmaya başlamıştı. Beni nasıl dumura uğrattığını görmesini engellemek için saçlarımı başımı eğerek önüme düşürdüm.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
S O N B A K İ R E
Genç KurguDişlerinde dilini gezdirirken dudakları karanlık bir gülümsemeyle yavaşça kıvrıldı. "Düşündüm de, seni sevişmeye ikna etmek, sevişmekten daha keyifli olacak... "