-Suzan-

69.4K 2.2K 640
                                    


Açelya...

Burnumu kabaca çektim ve masanın kenarında duran peçeteliği parçalarcasına açıp içindekileri saçtım. Sinirden kuduruyordum.

Öfkemden de durmadan ağlıyor, yediğim hakaretleri geri kusmanın yolunu bulmak için birşey yapamıyordum.

"Ben orospu değilim." dedim, kendimle yüzleşircesine. Sessizce hıçkırırken elimi ağzıma bastırdım.

"Ben bana saldıran adamın tekine sürtüklük edecek biri de değilim..."

Alnımı eğip masaya vurdum. "Ben sadece korkağın tekiyim. En başında, o gece herkese söylemiş olsaydım böyle olmazdı. Böyle olmayacaktı."

Şakaklarımı ovup göz yaşlarından yanaklarıma yapışan saçlarımı omuzlarımdan ittim. Dudaklarımın titreyişleri durmuyordu.

"Hanımefendi isterseniz bir yakınınıza haber verelim. İyi değilsi-"

"Defol git başımdan!" Görevliye gözlerimi belerterek çıkıştım. "Senin derdin ne, beni mi düşünüyorsun? Daha neler, tek derdin patronun gözüne girmek. Şu tipe bak, sanki normalde çok kibar biriymiş gibi." Adamın dudakları ne denir bilmez tavırla açılıp mekana kaçamak göz attı ve boğazını temizledi. Tırnaklarımı ahşap masadaki oyulmuş figürlere geçirdim. Tüm öfkemi üstüne yığasım vardı.

Adam beyaz eldivenli ellerini önünde bağladığında ona dik dik baktım. Güya saygılı görünecekti. "Aslında ben sadece-"

"Sus! Senin tek derdin mekanın huzurunu benim hıçkırıklarımın bozuyor olması. Biliyoruz sizin gibileri. Merak etme sessiz ağlamayı da bilirim ben. Bedavaya oturmuyorum burada."

"Hayret birvşey ya... Ben ne dedim ki şimdi?" Sabahtan beridir köşede diğer çalışanlarla beni atmak için münakaşa ettiğini görmemişim gibi... Adam alnını ova ova dönüp giderken dudaklarım titredi. Neyin var diye bile sormak yoktu ki! İnsanlık ölmüştü.

Camdan dışarıya baktım. Akşam üstü sokak lambaları etrafta şakıyor ve yağmur çiseliyordu ama şu huzurlu tablo bile içimi daha çok sıkmaktan ötesine yaramıyordu.

Sinirle dişlerimi sıktım. Kahrolasıca Cerrahoğlunun bok ettiği ortamda beni resmen akbabalarla yalnız bırakıp dostumu güpegündüz kaçırdığı yetmiyormuş gibi evleneceklerini söylemişti.

Lavini şimdi kim bilir nelere zorlayacaktı! Neyse ki Mahire haber verebilmiş yanına gitmesini söylemek bu karmaşada aklıma gelmişti.

Ya ben, ne yapacaktım?

Peçeteyi katlayıp burnumu temizledim ve akan rimelimi umursamadan yanaklarımı sertçe sildim. Sergen pisliğinin o günden sonra karşıma çıkmayacağını sanmıştım. Özrünü bir saniye olsun düşünmeden reddederken ve ondan haz etmediğimi söylerken öylesine alınmış görünüyordu ki beni kaçırmakta ısrar ederse ondan ebediyen nefret edeceğimi en ağır şekilde yüzüne haykırmıştım. Lavinin sokağına, aldığı yere bırakıp hiçbir şey söylemeden gitmişti ve o günden itibaren hayatımdan silinivermişti.

Sırf onun travmasını odama kapanarak atlatmaya çalışmışken şimdikinin üstesinden kendimi dışarıya atarak gelmeye çalışıyordum. Başarılı olamadığım netti. Nerede olduğum hakkında hiçbir fikrim yoktu. Tek bildiğim sabahtan beri yan masadan korkunç bir filmi seyredercesine ağlayan halimi izleyen küçük bonus kafalı çocuktu. Ya da çaprazımda tek başına oturup yanıma gelip gelmemekte çekimserlik eden gençti. Haklıydı, kim gelse posta koymuştum ne de olsa.

Yaşadığıma inanamadığım o anlar sürekli gözümde canlanırken ellerimi yüzüme kapadım. Tuğçe haklı olarak öfkesini benden almak isterken önüme dikilen Sergenden haz etmiyor olsam da o bembeyaz teninde patlayan tokat içimde soğuk bir yeri avucunda sıkıştırmış ve sıcaklık canımı yakmıştı. Müdahele etmek istemiştim can havliyle ama hemen vazgeçmiştim, hakettiğini düşünüyordum.

S O N B A K İ R EHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin