Bazen hayat hiç olmadık, hiç beklenmedik yerden vurur seni. Beklemediğin bir şeydir, savunamazsın kendini. Yıkar geçer sadece, seni, ruhunu, bedenini. Belki bilseydin daha önceden, kabullenebilirdin bir nebze olsun. Ama aniden gelen bir çığ, altında bırakır seni.
Güvenmek istedim, güvendim. Ama sanırım hataymış. Bir enkazın altındaki beden söylüyor bunu, ben değil. Ben artık ben değilim ki. Bir adam giriyor hayatına, güveniyorsun, onun için olduğunun dışarısına çıkıyorsun ama mahvediyor tek hareketiyle.
Yugyeom ile konuştuğumuzun ertesi günü yine pek bir araya gelememiştik. Arada bir tebessüm ediyordu ama bu benim için yeterli değildi. Onu özlüyordum. Biliyorum bencilce davranıyordum ama özlemim tüm ruhumu ele geçirmişti.
Yine de anlayışla karşılayıp karşılık verdim her bir tebessümüne. Bir şey belli etmedim, o da üzülmesin diye. Sustum. İçime attım o an tüm düşüncelerimi.
Bir şekilde geçirmiştik ya o günü, ertesi gün geldi işte. Keşke gelmeseymiş, keşke o günü yaşamasaydım diyorum.
Dong Min ile birlikte öğle teneffüsü dışarıda geziyorduk. O an üzüntülerimi unutup tamamen Dong Min'e odaklanmıştım. Beraber ilerleyip zamanı sohbet ederek öldürürken Yugyeom'a seslenen Mi Sun ile dikkatim dağılmıştı. Kafamı sese doğru yönelttiğimde Yugyeom'a doğru gülerek ilerleyen Mi Sun'u gördüm. Ve inanın bana çok değil, saniyeler sonra Yugyeom'un dudağına kapanışını gördüm.
Olduğum yere çakıldım o an, hareket edemedim. Gözlerim yavaş yavaş sulanıyor ama hâlâ daha gözlerim ikisinin üzerinde geziniyordu.
Beni öpeli ne kadar olmuştu ki daha? Bana demedin mi iki gün önce beni sevdiğini? O halde neden beni inandırdın bu yalana?
Dong Min yanımda konuşmasına rağmen onu hiçbir şekilde algılayamıyordum. Onlara bakmaya devam ederken Jungkook'un sesi beni oradan sıyırmıştı.
"BamBam? Neden duruyorsun burda?"
Jungkook kafasını Yugyeom ile Mi Sun'a çevirmişti.
"Oo.. Bizimkiler sevgili olmuş sonunda sanırım."
Yandan bir gülüş atıp elini omzuma koydu ve bana baktı.
"Sonra görüşürüz."
Kendimi saldırmamak için zor tutarken yutkundum ve Dong Min'i kolundan tutarak binaya doğru hızla sürükledim.
Dong Min ne olduğuna anlam veremiyordu, farkındaydım ama yapacak hiçbir şeyim yoktu.
Binaya girmek için yakınlarından geçerken Yugyeom ile Mi Sun'un seslerini duyuyordum ama inanın çevredeki insanların sesleri ve en önemlisi de aklımdaki bitmek bilmeyen sesler yüzünden algılayamıyordum. Yugyeom ile saniyelik göz göze gelişimizin ardından daha hızlı davranarak binaya girdim. Dong Min'i sınıfa gönderip geleceğimi söyledim ve kendimi tuvalete attım.
İstemsiz akan gözyaşlarımın ardından gözlerimi sildim ve kalbime saplanan acıyı unutmaya çalıştım. Çok zordu, çok ağırdı bu yaşananlardan sonra onunla aynı sınıfta olmak.
Nasıl çıktım inanın bilmiyorum sınıfa. Sadece ayaklarım götürdü beni, kalbim gitmek istemese de. Sıraya oturdum, "iyi misin?" sorularını geçiştirerek kafamı sıraya gömdüm.
Aslına bakılırsa hiç kaldırmadım da. Sınıfta seslerin yükselmesi ile Yugyeom'un sınıfa geldiğini anlamıştım, tüm okul bunu konuşmaya başlamıştı bile. Ben ise kulaklarımı daha çok kapatarak bugünün geçmesi için çokça dua ettim.
Kafam sıraya gömülüyken düşüncelerimle birlikte gözyaşlarımda boğulmuştum adeta. Neyseki bir süre sonra uyuyakalmıştım. Dediğim gibi tüm dersler bitene kadar kafamı kaldırmamıştım bile.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
I HATE YOU - YUGBAM
Fanfiction"Hoş geldin Kunpimook Bhuwakul, iyi anlaşacağımıza eminim."