Gerçekten yoğun bir gündü. Bunu bahane edip Ayça'yı yukarı çağırıdım. İlk fırsatta beraber on beş günlük programın üzerinden geçtik. Alman firma Graf dışında her hangi başka bir Alman firma gözükmüyordu. Fransız firmalar zaten sıkıntı değildi.
İbo'nun kendi firmalarıyla olan toplantıları bizzat yürüttüğünü biliyordum. Zaten İbo'nun getirdiği firmaların sahipleri maşallah ana dili gibi İngilizce konuşuyordu. Tamam Ayça'nın İngilizcesi çok öyle şakır şakır değildi ama firmaları idare ederdi, edemediği noktada İbo ve Bora yardım ediversindi artık aaa ama benimde işim gücüm var değil mi canım?
Bora dışarı çıkıp Ayça'yı görünce ters ters baktı ama sesini çıkartmadı. "Üretime gidiyorum" dedi ve çıktı. Başımı salladım.
Döndüğü zaman beni odasına çağırdı.
— Ayça neden burada? Diye sordu masasına oturup sırtını koltuğa yaslarken.
— İşler yoğun yetişemedim ondan, dedim sakin olmaya çalışarak.
— Sen böyle durumlarda Sibel'i çağırırdın ne oldu? Diye sordu Bora tek kaşını kaldırıp.
— Öyle de sayende Sibel'de yönetim katı fobisi oluştu. Yukarı gel deyince kız panik atak geçiriyor, dedim kaşlarımı kaldırıp.
— Diyosuun. Yani Ayça'ya on beş günlük programı verip kaçmayı düşünmüyorsun öyle mi? Dedi gözlerini kısıp, yüzüme dikkatli dikkatli bakarken.
— Aaa ben hiç öyle bir şey yapar mıyım acaba?..
— Sevgilim sen şeytana pabucunu ters giydirirsin sonra da bu düz diye onu ikna edersin lütfen bana kendini anlatma, dedi kaşını kaldırıp. Sessizce sırıttım.
— Sana öyle gelmiş aşkım. Ben hiç öyle şeyler yapar mıyım? Sadece vakit az iş çok. Sonra balayına gideceğiz dersin işin bir de o kısmı var ben Ayça'yı şimdiden bilgilendiriyorum, dedim şirin şebek gülerek.
— Bana daha farklı planlar dönüyormuş gibi geliyor ama yemiş gibi yapacağım ve kendimi senin insafına bırakacağım, dedi kaşlarını havaya kaldırıp başını eğerek. Yutkundum. O kadar yakışıklı duruyordu ki şu anda hani verdiğim ceza ona mıydı yoksa bana mı o an bilemedim, karar veremedim.
Acımı kalbime gömdüm, ruhumudan özür diledim, mantığıma güvendim ve odama geçip işlere tekrardan gömüldüm.
Vee iş çıkış saati geldi. Üzerime hırkamı giydim kapısını çaldım. Kafamı kapıdan uzattım.
— Ben çıkıyorum bir şey söylüyor musun? Diye sordum usulca.
Kaşlarını çattı. Dediklerimi algılamaya çalışıyordu belli ki.
— Çıkıyorum derken? Diye sordu algılayamadığı yüzünden de belli oluyordu.
— Canım ben anneme gidiyorum. O yüzden şimdi...
— Aylin işim bitsin beraber çıkarız hayatım. Abartma istersen. Anladık bu akşam annende kalacaksın da ne demek çıkmak? Dedi ve bir şey dememe izin vermeden önündeki dosyaya döndü.
Sesimi çıkarmadan sandalyeme gidip oturdum. Telefonda öylesine sosyal medyada gezinmeye başladım. Biraz sonra içeriden kabanını giymiş olarak çıktı. Suratı tam manasıyla sirke satıyordu.
— Annem yemeğe çağırdı. Konuşacakmış. Of Aylin of! İkiniz müttefik olunca muhalefet olmak hiç hoş değilmiş. Ben ne yapacağım sizinle? Diye suratıma sinirle baktı ve odadan çıktı. Çantamı alıp peşinden zor yetiştim ve kendimi asansöre son anda attım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Sevmek Zamanı (#Tamamlandı)
Ficción GeneralAylin Öz ünlü moda firması Peralto'da yönetici asistanı olarak çalışmaktadır. Niyazi Varol ilerleyen yaşına rağmen hala işinin başındadır. Biricik kızı şirkette başa geçmeyi reddedince şirketi devretmeyi düşünmeye başlamıştır. Peki Aylin bu durumda...