Bölüm 29

67 22 31
                                    

Ne kadar uzun zaman olmuş bölüm atmayalı ya. Bir de son sene olunca düzenli yazmak daha da zor oluyor. Neyse sonunda yazabildim. Keyifli okumalar ❤

Melek'ten Devam:
Yarım saat evvel...

"Evet arkadaşlar youtube kanalıma hoş geldiniz."

Yanımda bir adet terliksi hayvan youtube kanalına video çekmek için şekilden şekile girerken sıkıntıdan bardağın dibinde kalan içkimi yudumlayıp Deniz'in Onur'la söylediği şarkılara içimden eşlik ediyordum.

Tunç zaten işim var diyip ortalıktan kayboldu. Dudu peri misali büyü yapıp kaybolmuş da olabilir. Yoksa nereye gidecek? Yarım saattir boş boş oturmaktan sıkıldım ve Tunç'u aramak için etrafa tekrar bakındım.

Partide olmadığını anlamam çok da uzun sürmemişti çünkü parti kızımız Selin, beyefendiyi kapıdan çıkarken gördüğünü söyledi.

Sinirli sinirli ben de kapıdan dışarıya adımımı attım. Harbi ben niye böyle bir şey yaptım ki? Beynimi s*keyim. Niye her olayın içine keriz gibi bodoslama atlıyorum!

Karşıma çıkan ilk sokağa girdiğimde Tunç'u izbandut gibi iki adamla yumruk yumruğa göreceğimi nereden bileyim. Yarabbim bu çocuğa akıl yerine çöp poşeti mi verdin? Hiç o adamlara dayılanılır mı?

Hemen bir çığlık kopartarak yumruklarımı hazırladım ve önüme ilk gelene geçirdim. Tabi ki bu onlara kuş tüyü gibi gelmişti, birbirlerine sırıtıp hayvan gibi anırdılar. Ama ben durur muyum?

"Lan siz benim sevgilime ne hakla vuruyorsunuz?!" diyip kendimce adamlara koca bir tokat geçirdim. Yine güldüler. O sırada Tunç yerde yarı baygın bir halde beni izleyip kaçmam için bağırmaya çalışıyordu. Onu dinlemediğimi zaten anlamışsınızdır. Örümcek beyinli burada ölmüş, yerlerde sürünüyor. Kendisiyle ilgileneceğine hala artiz artiz beni düşünüyor. Cidden çok romantik!

Durun durun sonra ne olduğunu da anlatayım. Anlık bir imanla aklıma gelen bütün duaları okuyup, adamlara karşı köprüden önceki son çıkış çırpınışlarımı yaparken kaçıp gittiler. Amaçları neydi, Tunç'tan ne istiyorlardı bilmiyorum ama saldılar bizi. Şükür.

"Ayy sarıoğlan iyi atlattık lan!" dediğimde karşımda bir muhattap olmadığını geç de olsa anladım.
Çocuk acı içinde yere yığılırken yüzü gözü kan içinde kalmıştı.

"Tunç iyisin değil mi? Ben böyle tek başıma korkarım bak." dediğimde sırıtmıştı.
"Vaay koskoca Melek Yıldırım'ın da korktuğu bir şeyler varmış demek."

Kolumu böğrüne geçirecekken bu haline üzülüp kendimi tuttum.

"Tamam bak dur ben yardım çağıracağım. Sakin ol." diyip telefonumu aramaya başladım. Aslında o gayet sakindi. Burada sakinleşmesi gereken tek kişi bendim.

Nihayet telefonumu bulup önüme ilk geleni aradım. Ellerim bile panikten titremeye başlamıştı. Ne oluyor bana ya!

"Melo yardım çağır. Çabuk yardım çağır! Tunç çok kötü. Hadi ya gözünü seveyim çabuk!"

Melo telefonu açtığı gibi hızlıca anlatıp terminatör gibi saydırmaya devam ettim.

"Bu arada hemen arka sokaktayız. Çabuk gelin." dedim ve kapattım.

O an Tunç'un elini tuttuğumu bile sonradan fark edebildim.

"Bak sakın kapatma gözünü." diyerek cebimdeki peçetelerle suratını temizlemeye başladığımda içim bir hoş olmuştu. Çocuğun bebeksi suratında boyama yapmıştı Allahsızlar. Ve her canı yandığında istemsizce elimi sıkıyordu. Bu seferlik bir şey demedim. Ne diyebilirdim ki. Zaten ölüyordu çocuk.

ÜÇ SİLAHŞÖRLERHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin