Bölüm 21

110 29 17
                                    

Deniz'in Ağzından:

"Bir toz, iki toz, üç toz, dört toz..."

Elimle sıkıca kavradığım feneri karanlık kömürlüğe tutarken bir yandan da önümde uçuşan tozları sayıyordum. Ha Onur'a gelince...

O sanırım şu an tırlattığımı düşünüyor. Ne de olsa önünde psikopat davranışlar sergileyen bir kız duruyor. Bir köşeye oturmuş elini çenesine yaslamış çaresizce etrafa bakıyordu.

"Dur! Senin telefonun yok mu arayalım kızları ordan." diyerek ani bir hamleyle yerde iki seksen uzanan  telefonumu kaptı. "Hadi ara." dediğinde çoktan tuş kilidini açmıştım.

Sonuç: Tabi ki çekmiyordu.

Feneri Onur'un suratına tutarak şirin şirin sırıttım.

"Onur ya sen güçlü kuvvetli çocuksun şu kapıyı kırıversen olmaz mı?"

Hortlak görmüş gibi baktığına göre kesin sıkıntı büyüktü. Ağzını otuz metre aralayarak derin bir nefes aldı.

"Deniz bir şey diyeceğim ama bağırıp çağırıp ortalığı inletmek yok."

"Tamam yok." diyebildim. Ne anlatacağı hakkında en ufak bir fikrim yoktu.

"Sanırım burada fare var. Tıkırtıyı duy-"

"İMDAAAT! AY ALLAH'IM SANA GELİYORUM! AY FAREE!"

Bana bağırma demişti değil mi? Elbette bağırmadım altı üstü binayı ayağa kaldırdım. Nasıl sakin olabilirdim fare var diyordu... FARE!

"ONUR KIR ŞU KAPIYI!" diyerek bir kez daha cırladığımda alay eder gibi otuz iki diş sırıtıyordu. Gel de çarp diyordu resmen. Ben burada canımla cebelleşeyim o sırıtsın.

"Ne kapısı, ne kırması ya? Öyle şeyler dizilerde olur kızım."

Valla şeytan öldür diyordu şu çocuğu. Ama kendimi sakinleştirmeyi başardım. Allah'ın andavalı benimle alay ediyordu.

"Iyi o zaman çekil." diyerek kapıya yöneldim "sen kırmazsan ben kırarım."

Tamam bu biraz imkansız gibi görünse de kıracaktım. Fareyle aynı ortamda kalamazdım ki.

Onur denen işe yaramaz beni kahkahalarla izlerken kapıdan iki adım uzaklaştım.

"Bir.. İki.. Üç!"

Sanırım beyaz ışığı görüyordum... Öteki tarafa yatay geçiş yaptığımı düşünürken Onur'un sırıtarak feneri  suratıma tuttuğunu fark ettim. Şükür yaşıyorum...

Kapıyı kıramasam da omzumu kırmayı başarıp acıyla yere attım kendimi. Nihayet angut da (anguta hakaret olmasın) beni tutmayı akıl edebilmişti.

"Deniz, iyi misin?" dediğinde acıyla doğruldum. An itibariyle havalanmıştım. Umarım o beni kucakladığı ellerini tertemiz  yıkamıştır. Şuradan bir çıksam kendimi çamaşır suyuna yatıracağım zaten.

Tekrar yoğun bir portakal kokusu burnuma gelince derin bir nefes aldım.

"Parfümün güzelmiş ama umarım pasaklılığını bastırsın diye kullanmıyorsundur."

"Parfümü boşver de kapıdan haber ver. Kırabildin mi bari?" dediği gibi dirseğimi böğrüne geçirdim. Haketti ama.

Ya bir angutla neden aynı kömürlükte  kilitli kalır ki insan? Allah millete şans dağıtırken ben neredeydim acaba?
AY FARE, VALLAHİ FARE!

............................

MELODİ'DEN DEVAM:

"Melek! Ne diyorsun kızım sen? Nasıl Deniz gitti?"

ÜÇ SİLAHŞÖRLERHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin