20. bölüm

2.1K 97 58
                                    

Keyifli okumalar

Onur bırakıp dışarı çıktığımda hiç odama gitmek istemiyordum.

Vakit uyuyacak kadar geç değildi bunun sebebi bardan erken çıkmam olabilirdi tabi, ayrıca babam sayesinde sabah erken kalkmamı gerektirecek bir işim bile yoktu! Bunu düşünmek bile başlı başına uykumu kaçıracak bir etkendi.

Odama gidip yalnızlığıma gömülmek yerine biraz gece yürüyüşünün iyi geleceğinin bilincinde olarak rotamı bahçeye çevirdim. Gecenin karanlığını bıçak gibi kesen aydınlatmaların süslediği kırmızı taşlı yolda yürümek yalnız olmama rağmen korku vermiyordu. Otel sınırları içerisinde güvenliğin hat safhada olduğunu bilmekte bu rahatlığımın diğer sebebiydi. Havuz kenarında konumlandırılmış şezlonglar dan birine oturdum. Havuza yansıyan ay ışığının parıltıları altında aklımda ki karanlık karmaşanın içinde boğuluyordum.

Onur...

Mervan...

İsimler beni hakikaten yoruyordu. Gerçek adının bile hangisi olduğuna hala emin değildim. Gerçi onun istediğim kişi olması yeterliydi, ismi sadece önemsiz bir ayrıntı olarak kalıyordu.

Sesini, kimliğini hatta gözlerini bile gizlemesi orada isteyerek bulunmadığını düpedüz kanıtlıyordu. Oradaki her hareketi ve davranışı koca bir yalandan ibaret olmalıydı.

Peki geri dönmüş olması; onun için herşeyin yolunda olduğunu mu, yoksa hala tehlike de olduğunu mu gösteriyordu?

Ortaklık kararı vermeden önce yaptığım araştırmada 2 yıl Fransa'da olduğu öğrenmiştim. Tahminimce Fransa nerede olduğunu gizleyen bir kılıftan ibaretti. Yani 2 yılını seyfo ile beraber geçirmiş olması yüksek ihtimaldi.

Acaba yakın çevresi onca zaman boyunca nerede olduğundan haberdar mıydı?

Bana karşı gizemini korumasının sebebini anlamaya çalışmak bile yeterli gelmiyordu. Hem yakın davranıyor hemde uzak olmaya gayret gösteriyordu. Özellikle dış mekanlarda iken tedirgin hareketlerle çevresini kollaması belki de sadece temkinli olmak istediği içindir.

Sonuçta hala Seyfo özgürdü.

Kuzeninin durumu ise işaret dilini bilmesini açıklıyordu. Defne'nin yeşil gözlerine bakılırsa, o cehennem kuyusunu andıran yerde kahverengi lens kullanıyor olmalıydı. 
Halbuki ayrı kaldığım yedi ay boyunca en çok kahverenginin en koyu tonunda bakan gözlerini görmek istemiştim...

Ve birde sesi...

Oysa ne kadar merak ediyordum sesini...

O toprağın altındaki güneşten hatta oksijenden bile hayli mahrum kaldığımız yerde, günlerim suretini ve sesini merak ederek akıp gitmişti. Şimdi ise hayallerimin ötesinde bir bedenle can bulmuş gibi yanı başımdaydı. Keskin yüz hatları, siyah uzun kirpikleri, sakalı olmamasına rağmen tenine yakışan erkeksiliği her kadını cezbedecek türdendi. Birde o yapılı uzun boylu vücudunu anlatmaya yetmecek kelimeler vardı. Her adımı baştan çıkarıcıydı. Ve ben yine uzak kalmalıydım.

Hâlbuki dönüşü ayrı kalmamızın sonu olmalıydı.
Bekleyişim onun gelmesi ile son bulacak ve hiç ayrılmayacağız diye umut ediyordum.
Hayallerim de hep söyledigi gibi, dönecek ve bana gelecekti... Senin için geldim diyecekti... Ve ben yanıtlanması gereken tüm soruların canı cehenneme deyip, sorgusuz sualsiz onu kabul edecektim... Ama hiçbir şey hayallerimdeki gibi gelişmiyordu.

İlerlediğimiz aşamayı inkar edemezdim elbette.

Benim beklediğimi ve her şeyin farkında olduğumu biliyordu. Ve kendisinin de beklediğini dile getirebiliyordu.

Asi Tutsak Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin