"Geleceğini biliyor muydun?"
Ecem sessiz kaldığında cevabımı alarak başımı onaylamazcasına salladım. Ata dün okula gelmişti fakat derslere girmemişti, haftaya başlayacaktı. Eşit ağırlıkçı olduğundan Ecem veya benimle aynı sınıfta olması söz konusu değildi, bu yüzden biraz rahattım. Bugün hafta sonuydu, Ecem'le birlikte havanın kötü olmasına rağmen sahile gelmiştik. Daha doğrusu ben onunla konuşmak istemiştim.
"Neden bana söylemedin, Ecem?"
"Çünkü üzülecetin, Hira. Ata'nın adını kitaplarda gördüğünde bile sayfa atlıyorsun. Yapma Allah aşkına."
Yürümeyi bırakıp ona döndüm. "Böyle daha mı iyi oldu? Beklenmedik şeylerden nefret ettiğimi biliyorsun."
"Onu görmek zorunda kalmadan geçireceğin son birkaç saatini elinden almak istemediğim için suçlu ben mi oldum şimdi?"
Sinirle ofladım. Anlatmak istediğimin bu olmadığını gayet iyi biliyordu, neden konuyu saptırıyordu?
"Suçlu sensin ya da değilsin demedim ben, Ecem. Sadece söylemediğin için kızgınım."
Ecem dudaklarını dişlediğinde bakışlarımı yere çevirdim. Onunla fazla kavga etmezdik, küçük şeyler yüzünden birbirimizi kıran insanlar değildik. Fakat ettiğimizde, ertesi günü barışsak dahi kırıldıysak uzun süre geçmezdi. Genelde ben yükselirdim, Ecem'se kişiliğine aykırı bir şekilde alttan alırdı. Sevdiklerine karşı olan bu tutumlu yanına bayılmam bir yana çoğu şeye gerektiğinden fazla sinirlendiğim için kendime apayrı kızıyordum.
"Tamam, haklısın. Üzgünüm."
Ecem mırıldandığında omuzlarımı düşürüp ona sarıldım. İçimdeki burukluk dolayısıyla kendimi kitaplara vereceğimi biliyordum. Hep böyle yapardım. Üzgün olduğumda dış dünyayla bağlantımı keser, önemli bir durum olmadığı müddetçe kitap okurdum. Bu benim dinlenme yöntemimdi.
Birlikte evlerimize doğru yürümeye başladığımızda rüzgâr iyice şiddetlenmişti. Ecem'in evine vardığımızda yakınlarda tanıdık bir siluet görmemle duraksadım ve bakışlarımı Ecem'e çevirdim. Sarıldık ve evine girene kadar bekleyip ona el salladım. Ardından adımlarımı parktaki bankta oturan kişiye yönelttim. Sigara içiyordu.
"Yanın boş mu?"
Dalgın olduğundan sesimi duyduğu an sıçramıştı. Gülümsediğimde o da gülümsedi.
"Hayali arkadaşım vardı, onunla dertleşiyordum ama sana boş kanka."
"Dertleşecek biri arıyorsan hayali arkadaşa ihtiyacın yok, canlısı var burada." diyerek yanına oturdum. Doğan neşeli, komik ve çapkın bir çocuktu. Yanımda bir kere bile ağladığını görmemiştim. Ama şu an bakıyordum da, bir hayli durgundu. Sebebini merak etmiştim.
Dirseğimle kolunu dürttüm. "Ne oldu? Anlat bakayım."
Omuzlarını silkip sigarasından bir duman daha çektiğinde eline vurdum. Bana kaş göz yaptığında gözlerimi devirdim.
"Gözümün önünde içme bari, eşek."
Gülüp izmariti yere attığında merakla ona bakıyor, diyeceklerini bekliyordum. "Bir şey yok be kızım. Her zamanki durumlar, aile falan."
"Emin miyiz?"
"Tabii ki."
Boğazımı temizleyip gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırdım ve arkama yaslandım. Ben onun derdini de, derdinin sebebini de gayet iyi biliyordum ama ona itiraf ettirmesi imkânsızdı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
BATAKLIK | Yarı Texting
Teen FictionHira: Yaptıklarımdan hoşlanmıyor olabilirsin. Evet, belki ikiyüzlüyüm. Belki bencilim. Ama inan bunlar umurumda değil. Hira: Çünkü henüz çocuğum ve bunları düşünerek vakit kaybedemem. Hira: Fakat sandığının aksine mükemmel bir hayatım olduğu ya da...