Bölüm bilinmeyenimizin, Kaan'ın, ağzından olacak. Geçmiş bölümü.
İyi okumalar!
༄
Kolumdaki saate bakıp adımlarımı hızlandırdım. Her zamanki gibi geç kalmıştım. Aslında geç kalmak mesele değildi ama müdür yardımcısının bitmek bilmeyen azarını çekmekten bıkmıştım iki yıldır. Lisede kesinlikle tolerans gösterilmiyordu. Gerçi pek umurumda sayılmazdı bu durum, alışmıştım.
Nihayet durağın orada beni bekleyen Yankı'nın yanına vardığımda kısaca kucaklaşmıştık. Yazın babamın işi dolayısıyla yurt dışında olduğumdan görüşememiştik.
"Geri döndüm diyorsun."
Yankı, tereddütle bana baktığında ona yalnızca gülerek cevap vermiştim. Birlikte okul kapısından içeriye girdiğimizde bahçede her yılki gibi büyük bir kalabalık olduğunu fark etmiştik. Gözlerim bizim sınıfın sırasını ararken kafama dank eden farkındalıkla burun kıvırdım. Şaka maka lise üç olmuştuk. Ne bok yiyecektik acaba bu haylazlıkla?
"Ata seninle konuştu mu?"
Yankı'nın sorusuyla ellerimi pantolonumun ceplerine yerleştirip usulca başımı salladım. Ata, geçen senenin ikinci döneminde işlediği disiplinlerden ötürü okuldan atılmıştı. Uğraştığı bir kız vardı, eski sevgilisiydi ve nedenini anlamasam da onu gözlemlememizi istemişti. En kısa sürede okula döneceğini de eklemişti. Biraz zordu ama Ata dediyse yapardı.
"Evet de kızı göremedim henüz."
Sarı saçlarımı elimle düzeltip bakışlarımı etrafta gezdirdim. Yeni gelen dokuzların çoğu ürkek ceylanlar gibi köşelerde bekliyorlar; on, on bir ve on ikilerse kendi aralarında konuşuyorlardı. Okulu her açıdan severdim. Gerek eğitim, gerek eğlence... nasıl bir çocuksam hepsini içeriyordum.
"Ben gördüm. Bak, şurada."
Güneşin vurmasıyla kısılan gözlerimi Yankı'nın işaret ettiği tarafa çevirdim. Yüzümdeki sırıtma gördüğüm manzara karşısında donmuştu. Güneş miydi gözlerimi kamaştıran, yoksa turuncu, dalgalı saçları, yeşile çalan ela gözleri, yüzünden bir an olsun eksik olmayan gülümsemesiyle ayakta dikilen beyaz tenli kız mıydı; emin olamamıştım.
Aniden göz göze geldiğimizde birkaç saniye bakışlarını çekmemiş, sonrasında gözlerini kaçırarak önüne dönmüştü. Bense hâlâ gözlerimi ondan alamamıştım. Onu daha önce hiç görmüş müydüm? Eğer gördüysem, nasıl olmuş da dikkatimi çekmemişti?
"Daldın oğlum ya."
Yankı, elini gözümün önünde salladığında silkelenip kendime geldim. Kız güzeldi, etkilenmemek elde değildi. Fakat bakışlarında gizemini çözemediğim bir gariplik vardı. Bir şeyler eksikti. Evet, tanımı tam olarak buydu.
"Bu kız mıymış? İyi, hoş da bizden neden bunu istediğini anlamış değilim. Bana özellikle tembihledi. Tuhaf."
"Ata bu, sağı solu belli olmaz biliyorsun. Vardır kafasında bir şeyler piçin."
Güldüm, ardından bakışlarımı tekrardan kıza çevirdim. Yanındaki üç kişiyle koyu bir sohbet içerisindeydi. O kadar neşeliydi ki bir an imrenmiştim. Fakat nedense o neşesinin altında yatan bir şeyler olduğunu seziyordum. Ata bize hiçbir şey anlatmamıştı o kızla ilgili. Sadece eskiden sevgili olduklarını biliyordum, bu kadardı. Ata şerefsizdi, muhtemelen kızı üzecek bir şey yapmıştı. Kafama yatan en mantıklı sebep aldatmış olmasıydı -ki bunu daha önce başka kızlara defalarca kez yapmıştı-. Yankı da ben de bu durumu onaylıyor değildik ve bunu birçok kez dile getirmiştik ama dediklerimize kulak asmıyordu.
Herkes sıraya geçtiğinde müdür sıkıcı konuşmasını yapıp bizi sınıflarımıza yollamıştı. Çantamı arkalarda rastgele bir sıraya atıp koridora çıktım. Ani aldığım bir kararla kantine inerken telefonumu çıkarıp Yankı'yı aradım. İçime titreme gelmişti nedense, bir çay fena gitmezdi şu an. Hat meşgul çaldığında yanaklarımı şişirip aramayı sonlandırdım ve telefonu tekrar cebime koydum.
"Günaydın. Çay alabilir miyim?"
Kantindeki abi kafasını sallayıp çayı doldurmaya başladığında parmaklarımla küçük tezgâhta ritim tutturmaya başladım. Geçen sene sonunda eşit ağırlık seçmiştim çünkü istediğim bölüm hukuktu. Bunun için çok çalışmam gerekiyordu. Kendimi övmeyi sevmezdim ama derslerim gayet iyiydi. Bu sene de aynı şekilde devam edeceğini umuyordum.
Orta yaşlı abi çayı önüme uzattığında ona ufak bir tebessümle teşekkür edip karton kutuyu elime aldım ve arkamı döndüm. Fakat o sırada önümü görememiş, dibimde duran kıza çarpmıştım. Çayı son anda geriye çektiğimden kız yanmaktan kıl payı kurtulmuştu. Böylelikle çayın çoğu onun değil, benim üzerime dökülmüştü.
"Ben... çok üzgünüm. Ah, nasıl oldu ki bu?! İyi misiniz?"
Gözlerimi az önceden beri bakmadığım kızın suratına çevirdiğimde 'sorun değil' içerikli cümlelerimi söylemek için araladığım ağzımdan kelimeler dökülememişti. Bu, o kızdı. Hayretler içerisinde bir nida döktüğümde bana telaşla bakan ela gözler başka bir boyut kazanmıştı. Yanıyordum ama garipti, vücudumla alâkası olmayacak kadar garipti hem de.
Yutkunup dudaklarımı ıslattım. "Sorun yok. Sen... yani siz iyi misiniz? Bir yerine, yerinize bir şey olmadı ya?"
Uzun, turuncu saçlarını omuzlarından geri attı ve biraz daha rahatlamış bir ifadeyle yüzüme bakmaya devam etti. "Teşekkürler, iyiyim. Tekrardan kusura bakmayın."
Utangaçlıkla yanımdan ayrıldığında arkasından bir süre baktım. Fazla mı kibardı yoksa bana mı öyle gelmişti? Omuzlarımı silkip bardağı çöp kutusuna attım ve merdivenleri tırmanmaya başladım. Bana neydi ki bundan? O sadece arkadaşımın eski sevgilisiydi, benimle herhangi bir bağlantısı yoktu.
Nereden bilebilirdim ki umursamadığım o kızın kalbimde sağlam bir yer edinip bana daha önce yaşamadığın duyguları tattıracağını?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
BATAKLIK | Yarı Texting
Teen FictionHira: Yaptıklarımdan hoşlanmıyor olabilirsin. Evet, belki ikiyüzlüyüm. Belki bencilim. Ama inan bunlar umurumda değil. Hira: Çünkü henüz çocuğum ve bunları düşünerek vakit kaybedemem. Hira: Fakat sandığının aksine mükemmel bir hayatım olduğu ya da...