Kırılma anı denen bir noktadaydık ikimizde. Birbirimize bakıyor, dudaklarımız bir şeyler söylemek için aralanıyor ama doğru sözcükleri bulamıyorduk. Doğru sözcükler her zaman sorun olmuştur benim safımda ama onun için şu an oldukça zorlu bir andı.
Kırılıyorduk birbirimize. Belki de kırılma anının tam olarak tanımı değildi şu an yaşadığımız ama bir şeyler vardı. Aramızda kimselere bahsini etmediğimiz bir ton sır vardı ve sırlarımız bizi birbirimize sürüklemişti ben bundan öylesine emindim ki. Nereden geliyor, uçları nereye uzanıyor bilmiyordum ama tam olarak şu an bizden belki de birkaç metre yukarıda ruhlarımız sevişiyordu.
Tüm çıplaklığıyla birbirlerine bakıyor ve doyumsuz bir arzuyla dokunuyordu biri diğerine tıpkı aşağıdaki gözlerimiz gibi.
Baekhyun derin bir nefes alıp bakışlarını yukarıya kaldırdı. Yıldızlı gökyüzünü izlediğine emindim ama ben onu taklit ederek yukarı baktığımda ruhlarımızı görebiliyordum.
"Görebiliyor musun?"
Başımı aşağı yukarı salladım ama sonradan bu sessiz cevabımın ona ulaşmayacağını fark edip bir "Hm" bıraktım geceye.
"Yıldızlar, çok güzel."
Konuyu saptıyor diye haykırsa da tüm hücrelerim dilimin ucuna kadar gelen cümleyi geri gönderemiyorum.
"Evet, güzeller" Ruhlarımız çok güzel.
Baekhyun'un adım sesleri sokakta yankılanırken ben hala ona bakmamak için direniyordum. Direniyordum çünkü gece en çok ona yakışıyordu ve ben ciddi bir şey sormuştum. Dağılmak istemiyordum.
Ama sonunda ona bakmak zorunda kaldım çünkü bir süre sonra üzerime diktiği bakışları hala yukarıya bakan beni huzursuz etmişti. Gergin bir şekilde bakıyordu her zamanki naifliği yoktu.
Kaldırıma oturmuştu. Üç büyük adımda yanında yerimi aldım ve konuşmasını bekledim. Birkaç kere bir şeyler söyleyecekmiş gibi nefes aldı dudakları aralandı ben de tüm dikkatimi ona verdim fakat sonrasında vazgeçti ve eğilip kollarını bacaklarına sardı.
"İstersen arkamı dönebilirim."
Başını iki yana salladı. Karşımızda eski bir bina vardı. Binayı gösterip bak ruhum da aynı böyle; eski ve yorulmuş, yıpranmış ve oldukça küflü demek istedim bir an.
"Aslında pek bir anlamı yok. Yani dışarıdan bakıldığında öyle gelebilir ama benim için anlamı büyük."
Sesimi çıkarmadan dinlemeye devam ettim.
"Kupa büyükannemden kalma bana. Gençliğinde bir çömlek ustasının yanında çalışmış ve oradan ayrılırken yanında sadece birkaç kupa varmış. Bendeki de onlardan birisi."
Bana döndü. "Aslında kahverengiydi ve cidden küçüklüğümden kalma istemediğim birçok hatıra vardı üzerinde. Her tarafına bir şeyler yazmış ya da çizmiştim. Bende hatırlamak istemediğim her şeyi bir boyayla kapatmak istedim ve kupama yeni güzel bir renk verdim.
"Bu başta biraz suçluluk duygumu körüklemişti bilirsin büyüklerinden kalan şeyler değerlidir ama..." omuz silkti "İstemiyordum işte. Sonrasında büyükannemin mezarına gidip bir dizi özür diledim ondan gerçi bu ayrıntıyı bilmesen de olur." Ufak bir gülümseme bıraktı ama ne samimi ne de içten bir gülüştü öylesineydi. Cümleyi geçiştirmek içindi. Belki biraz da beni ve duygularımı geçiştiriyordu.
"Tek bir şeyi geride bırakamadım o da altında yazan King of Changsha oldu. Küçükken hayali bir arkadaşım ile birlikte her gece uyumadan önce oraya gider çocukların girmesi yasak olsa bile sahibinin bize bir kupa sıcak çikolata vermesine izin verir ve yaz kış dinlemeden aylaklık ederdik.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Dördü Yirmi Geçe // Chanbaek
Fanfiction"Adına aşk koyduğun o büyük boşluğa ben koca bir hayat sığdırdım. Beni sevmemene rağmen isyan edip kaçmak, sende aradıklarımı hayatla doldurmaya çalışmak, ruhumun en büyük yanılgısıydı. Hayat bana en acımasız yüzünü sevgini inkâr ettiğim zamanlar gö...