Baekhyun'un evinden ayrılalı iki gün oldu. Pazartesi günü onu okulda bir kere bile görememiş olmanın verdiği sıkıntıyla gece kapısına gitmiştim fakat ne ışıkları yanıyordu ne de perdesinde ufak da olsa bir aralık vardı. Ben penceresini izlerken saatimin alarmı çaldı. Baekhyun pencereye çıkmadı. Bense büyük bir hayal kırıklığıyla ayrıldım oradan.
Neden bu şekilde hissettiğim konusu biraz karmaşıktı. Ona karşı olan duygularımı kabullenmiş olmanın verdiği rahatlığı her ne kadar yaşıyor olsam da sonuçta Baekhyun neler hissediyor bilmiyordum ve her gece beni penceresinin başında beklemesini istemem, bunun olmasını büyük bir açlıkla umuyor olmam sanırım biraz saçmaydı çünkü benim hayatım ondan ibaret bir hâl olmaya başlamış olsa da onun hayatında ne kadar yer ediyordum; kalbini, düşüncelerini, ruhunu ne kadar meşgul ediyordum hiçbir fikrim yoktu.
Bu yüzden hayal kırıklığım her ne kadar kondisyonumu bozacak gibi gözükse de buna izin vermeden sabah dersime gelmiştim. Derslerinin zorluğundan yakınan bir öğrenci olmamıştım hiçbir zaman, iyi bir dinleme ve biraz çabayla kolayca hallediyordum. Bunun içinde evimden sonra en sık uğradığım yer fakültenin kütüphanesi olurdu tabii Baekhyun önce hayatıma sonra zihnime hepsinin ardından da kalbime sızmadan önce.
Bunun için onu suçlamam bile öyle saçma ve öylesine gereksiz geliyordu ki bana, kendime gülmek, karşıma geçip biraz bağırmak, azarlamak istiyordum. Kendine gel Park Chanyeol! Gerçi bunu son zamanlarda yapan bir şeye zaten sahiptim. Eski dostum Bayan Buzdolabı Süsü her sabah bu sözlerle karşılıyordu beni mutfakta ki onu kulak ardı etmek hayatımın en büyük rutini haline gelmişti.
Fakültenin merdivenlerinde dikilirken öğleden sonra dersimin olmaması beni tam olarak şu an kütüphaneye sürüklerdi fakat ben dün gece yıkılmamışım gibi onu görebilme umuduyla çıkıp gelmiştim okula. Evet, kondisyon filan hikâyeydi. Sınavların yaklaşıyor olması da umurumda değildi çünkü Baekhyun'u görme düşüncesi asla aklımdan çıkmıyordu.
Dengesizliğimi çözmeye çalışmanın bir anlamı da yoktu çünkü mümkün değildi. Onunla yaşayabilmenin en kolay yolu, kabullenmekti ve çevremdekilerin aksine ben uzun zaman önce bu durumu kabullenmiştim.
Kendimi kütüphane yerine kampüsün içinde özellikle güzel sanatlar fakültesini görebileceğim bir ağacın altına atmış ve geçen akşam Jongdae'ye söz verdiğim gibi ona beste yapmak için buluşacağımız saati beklemeye başladım. Kendi fakültesinde müsait bir sınıf bulmuştu ve bugün iki ile sekiz arasında kendimi tamamen müziğe adayacak gibiydim. Belki de bu düşüncelerimi dağıtmama ve ruhumun biraz dinlenmesine yardımcı olurdu.
Seri hareketlerle yaktığım sigara kesinlikle bir kahveyi hak ediyordu o anki şartlar altında fakat oturduğum yerden kalkabilecek cesaretim de yoktu ki her an Baekhyun okula gelebilir ya da okuldan çıkabilirdi.
Omuz silkip kahveyi unutmaya çalıştım. Bugün öğlen yemeğimde sadece sigara vardı ki idare etmeyi öğreneli çok olmuştu. Gizlemeye çalışmadan açıkça dikizlediğim güzel sanatlar fakültesine girip çıkan her öğrencinin gözümde bir aşinalığa sahip olması bunu gerçekten uzun zamandır yaptığımın ve farkında bile olmadığımın habercisiydi. Bu zihnimdeki kalabalıktan bir kaçını ürkütmüştü sanırım.
Ben tamamen sıyırmaya başlıyordum ya da âşık bir adam mıydım? Başımı kaldırıp dalların arasında bana göz kırpan, bütünlüğün aksine rengi sarıya dönmeye başlamış yaprağa baktım. Farklılığı onu diğer yeşil yapraklardan dışlarken üzerine bir hüzün çökmüş gibi görünüyordu. Hüzün sonbaharın bir parçası olarak geliyor, evet haklısın fakat biz ne sonbahardayız ne de senin sararmanı gerektirecek bir ayda. Sanırım kendi kendini infaz etmişsin haksız mıyım?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Dördü Yirmi Geçe // Chanbaek
Fanfiction"Adına aşk koyduğun o büyük boşluğa ben koca bir hayat sığdırdım. Beni sevmemene rağmen isyan edip kaçmak, sende aradıklarımı hayatla doldurmaya çalışmak, ruhumun en büyük yanılgısıydı. Hayat bana en acımasız yüzünü sevgini inkâr ettiğim zamanlar gö...