1924
İlk iş olarak temizlik yapmayı düşünmüştüm fakat birisi ben yokken bu işi gayet başarılı bir şekilde yerine getirmiş gibi duruyordu. Merdivenlerde olduğu gibi evin her yeri tertemizdi. Anne ve babamın çalışma odası hariç. Sanırım temizleyen kişi aynı benim gibi oraya dokunmaya cesaret edememişti.
Omuzlarımı silkip tırabzanın yanına bıraktığım bavulumu alıp odama yöneldim. Kitaplığım, çalışma masam, yatağım her şey geçmişin bir parçasını önüme sererken, burada yeni bir başlangıç yapmak oldukça zor olacak gibi görünüyordu fakat pes edemezdim. Bir kere içimdeki o güçsüz çocuk artık yoktu. Onu deniz aşırı ülkelerde bırakıp gelmiştim.
Oyalanmadan bavulu boşaltıp dolabın üstüne kaldırdım. Paltomun olmayışı içimde bir eksiklik hissi yaratıyordu. Havaların ısınmaya başlaması ile güneyde bir yerde ikinci el dükkânına satmıştım. Bir gezginseniz yanınızda yük olacak bir şey taşımamalıydınız.
Oradan buradan topladığım pulları çalışma masamın çekmecesine bıraktım. Bazen gittiğim yerlerin bazen de tanıştığım insanların resimlerini çizip küçük notlar tutuğum siyah deri kaplı defterimi masamın üstüne gelişi güzel bıraktım ve gece uğramak üzere şimdilik bu odayı terk ettim.
Mutfağa yaptığım ufak gezinti sonunda yaşamsal faaliyetlerimi sürdürebileceğim hiçbir şeyin bulunmayışı çok da şaşılacak bir durum değildi. Bunun üzerine şapkamı kapıp kendimi dışarıya atmam çok kısa bir zamanımı almıştı.
Sahibini tanıdığım birkaç dükkân kapanmış yerine yenileri gelmişti. Japon askerlerinin kendine mesken bellediği birkaç yer gözüme ilişmiş ve oralardan uzak durmayı aklımın bir köşesine kazımıştım.
Rahat yaşamak mümkün değildi. En azından gökyüzüne bakıp nefes alabiliyordunuz orası hâlâ özgür bir dünyanın kırıntılarını taşıyordu, umut vadediyordu ve umut tutunmak istediğim tek daldı.
Yavaş yürüyüşüm güneşin batışına eşlik ederken kollarım kese kâğıdı doluydu. Yürüdüğüm yollarda yanından geçtiğim insanların beni tanıdığını, fısır fısır konuşmaya başladığını ya göz ucuyla görüyor ya da fısıltılarını işitiyordum.
Yorgunluğum ağır basmasa biraz daha dolaşır tanıdık birileriyle karşılaşmak umuduyla eskiden geçtiğim yollardan geçerdim fakat karaya adım attığım anda içimde biriken o heyecan kendini yavaş yavaş yorgunluğa bırakmıştı ve aldıklarımı taşımakta bana pek yardımcı olmuyordu.
O yüzden fazla oyalanmadan eve gelip aldıklarımı yerleştirmek için yukarı çıktığımda birisinin karanlıkta mutfakta oturduğunu fark ettim. Elimdeki kese kâğıtlarını yere bırakıp duvardaki gaz lambasını aldım.
Aklımdan öyle çok şey hızlıca geçip gitmişti ki sersemlemiş bir şekilde temkinli adımlarla mutfağa giderken sandalyede oturup bacaklarını çaprazlamış siluet netleşti, netleşti ve bu yüreğimi ağzıma getiren herifin Kim Jongdae olduğunu anlamam ile elimdeki gaz lambası yere düşmüş, ışık sönmüş, mutfak yine karanlığa gömülmüştü.
"Biliyorsun şu tepedeki ampuller bunlardan çok daha kullanışlı oluyor."
Çaprazladığı ayağını indirip yerde ileri geri sallanan sönmüş gaz lambasını dürtükledi.
"Demek Madam Min Hee yalan konuşmuyormuş, sahiden dönmüşsün."
Üzerimdeki endişe yerini rahatlamaya ve şaşkınlığa bıraksa da hâlâ vücudumda etkisini göstermeye devam ediyordu.
"Akıllanmaz piç kurusu seni, aklımı çıkardın onun bunun çocuğu."
Gözlerim karanlığa alıştığında üstüne yürümüştüm fakat kaçık herif bana mısın dememişti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Dördü Yirmi Geçe // Chanbaek
Fanfiction"Adına aşk koyduğun o büyük boşluğa ben koca bir hayat sığdırdım. Beni sevmemene rağmen isyan edip kaçmak, sende aradıklarımı hayatla doldurmaya çalışmak, ruhumun en büyük yanılgısıydı. Hayat bana en acımasız yüzünü sevgini inkâr ettiğim zamanlar gö...