33) Beni hatırla...

786 108 21
                                    


Eski dükkânın önünde dikiliyorduk ve muhtemelen sahibi öylece bırakıp gitmişti zira başka bir açıklaması olamazdı bu köhne çömlekçi dükkânının.

Bu sabah vakit kaybetmeden Bayan Byun'un bize verdiği kâğıttaki adrese gelmiştik. Söylediği gibi adresteki yerin eskiden bir çömlekçi olduğu belliydi ama eskiydi. Artık bir sahibinin olması bile mümkün gibi görünmüyordu.

Rengi solmuş yeşil kapı yüreğimde bir yerleri incitmişti ve burada biraz daha kalmak beni büyük bir hüznün içine sürükleyecekmiş gibi hissediyordum ki ondandır vazgeçmiştim. Buradan hemen şimdi gitmek istiyordum. Geriye birkaç adım atarak uzaklaşmaya çalıştım, hızlanan kalbim ve dolan gözlerim bunu derhal yapmam gerektiğinin habercisiydi fakat Baekhyun'un yüzünde vazgeçmeye dair ufak bir kırıntı bile yoktu. Hızlı hareketlerle ilerleyip canımı yakmaktan öteye gidemeyen tanıdık duygusuyla beni kasıp kavuran yeşil kapıya vurmaya başladı.

"Merhaba, kimse var mı?"

Boş bir çabaydı bu ama vazgeçecek gibi de durmuyordu. Kapıya birkaç kez daha vurdu. "İçeride birisi var mı? Merhaba!" Sesi bir yükselip bir alçalıyordu. O da duygu karmaşası yaşıyor gibiydi fakat o karışıklığın arasında vazgeçme gibi bir duygu olduğunu sanmıyordum.

Bir süre öyle kaldı. Alnını kapıya yaslayıp bekledi. Nefesleri sıklaşırken bir anda elini kalbinin üzerine koyup bana döndü.

"Chanyeol"

Telaşla ilerleyip tuttum onu. "Ne oldu? İyi misin?" Baekhyun başını iki yana sallarken gözleri kapanmış bedeni kollarıma yığılmıştı. Korku içime zehir gibi yayılırken ne yapacağımı bilemez halde öylece onu tutuyor ama kıpırdayamıyordum. Aynı anda benim de kalbim sıkışıyor belki de onunla tam olarak aynı duyguları aynı şekilde hissediyordum.

Burası fazla tanıdıktı ve nefes almak mümkün bile değildi.

"Baekhyun!"

Yavaşça yere, basamaklara oturup sırtımı da kapıya yasladım. Baekhyun başını omzuma bırakmış, sırtını göğsüme yaslamıştı. Gözlerini yavaşça açıp gökyüzüne baktı.

"Başım döndü, bir anda..." yutkunup onu sıkıca tutan ellerimden birisini bulup parmaklarımızı birbirine kenetledi. İkimizde nefes almak için öyle büyük bir çaba sarf ediyorduk ki göğüslerimiz aynı anda inip kalkıyor hırıltılı nefeslerimiz birbirine karışıyordu.

"Bir anda burası öyle tanıdık geldi ki gözlerimin önünde bir şey belirdi. Buradaydım yine bu kapıyı çalıyordum ama hissettiğim duygular nefesimi kesti. Acı çekiyordum."

Parmaklarımın arasına yerleşen parmaklarını daha çok sıkıp onu kendime bastırdım. Dudaklarımı boynuna kondurup sakinleşmesi için bekledim. Fakat ne o ne de ben sakinleşebiliyorduk. Bir anda dünyam kaydı, sanki yapboz parçaları gibi tüm dünya gözlerimin önünde dökülmüş yerine yeni parçalar özenle yerleştirilmiş gibiydi.

Baekhyun kollarımda duruyordu yine yeşil kapının önünde oturmuş birbirimize sığınmıştık fakat etrafımızdaki hiçbir şey aynı değildi. Solumuzda kalan yıkık bina gayet hoş bir evdi, yerler siyah ziftten ziyade Arnavut kaldırımları gibiydi. Sağımızda uzanıp giden yol takım elbise giyen kimisinin eski tip şapkalardan taktığı, insanlarla doluydu.

Baekhyun'a ufak bir bakış attığımda onunda benimle aynı şeyleri gördüğünü anlamam ile daha çok paniklemiş ve ne yapacağımı bilemez halde bu durumdan bir çıkış yolu aramaya çalışmıştım.

Önümüzden bir grup asker geçerken, arkalarında pervasızca yürüyen Jongdae'yi gördüğümü sandım bir an.

"Chanyeol, görüyor musun?"

Dördü Yirmi Geçe // ChanbaekHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin