24) Çocuklar şarkı söylerdi artık suskun

678 109 53
                                    




İşte buradaydım yine. Kucağımda kurabiyelerimle dolu bir kap, elimde biraz ötedeki kafeden alınmış fakat soğumaya yüz tutmuş bir kahve ve sarı bisikletim. Buradaydık. Her zamanki bankıma oturmak için gelmiş yaklaşık bir saat kadar bankta oturan yaşlı amcanın kalkmasını beklemiştim ama sonunda işte yine buradaydım.

İçimdeki boşluk hissi öyle fazlaydı ki beni bir kere bile yalnız bırakmayan o adam bugün gelmemişti. Onu arıyordum, bir şeyler anlatabilmek için ona ihtiyacım vardı ama o sanki bugün Chanyeol'un evinden çıkarken söylediklerimi yargılıyor, yatakta çaresizce oturup bana bakan adamı öylece bıraktığım için beni, gelmemekle protesto ediyordu.

Belki de hak ediyordum. Evden çıkarken verdiği buzdolabı süsünü önce alıp almamak konusunda fazlasıyla kararsız kalmıştım ama o elimi kaldırıp avucuma bıraktığında yanımda götürmenin daha iyi bir karar olacağını düşündüm. Yıllardır benim için saklamıştı ve ben tam o anda Chanyeol'u geride bırakmaya hazırlanıyordum. Paramparça bir şekilde... En azından hediyesinin yerine ulaştığını bilmek belki de kalbine iyi gelirdi. Gözlerinde gördüğüm can çekişen ruhunu rahatlatırdı belki bilmiyorum.

Ne yaptığım hakkında en ufak bir fikrim yok. Kendimi çıkmaza girmiş gibi hissediyordum. Anlattıkları normal bir insanın yaşamasının mümkün olmadığı şeylerdi ve ben hayal dünyasında yaşamıyordum. Evet, belki biraz yaşıyor olabilirdim.

Ben ona hayali arkadaşımı anlatırken yüzünde tek bir an bile tereddüt görmemiştim kalmak veya gitmek arasında. En başından beri oradaydı. Aslında tam şu anda bütün anlattıklarını ben yaşıyor olsaydım ve ona anlatsaydım asla gitmeyeceğinden o kadar emindim ki.

Gitmemeliydim. En başında dün gece yanına gitmemeli ona hiçbir şey sormamalı, hayatına dâhil olmak için çabalamamalıydım. Onun benim hayatıma girmeye çalışmasına engel olmalı ona en başında benimle bir şeyleri çözebileceği umudunu vermemeliydim. Fütursuzca ona çekilen bedenimi, onu arzulayan kalbimi ve ruhumu ruhuyla sürükleyen bu adamı en başında uzak tutmalıydım.

Derin bir nefes aldım. Sanki temiz hava karışan düşüncelerimi hizaya sokabilecekmiş gibi çaresizce derin nefesler aldım ama hiçbir işe yaramadı. İçimdeki pişmanlık giderek büyüyordu ve benim bu sabah öylece çıktığım eve geri dönecek yüzüm yoktu.

Elimdeki artık iyice soğumuş kahveyi yanıma bırakıp cebimdeki süsü çıkarttım. Arkasındaki Fransızca cümlenin üzerinde parmaklarımı gezdirdim.

Dün gece evimde uyumadan önce parmağımdaki yara bandını çıkartmıştım ve hala belli belirsiz bir iz vardı. Bu kalbimi öyle bir sızlattı ki belki de hediyesini bile kabul etmemeliydim. Ben de öyle büyük bir çıkmazdaydım ki ona nasıl yardım edebilirdim.

Rüyalarına girdiğimi iddia eden bu adama, aklını kaçıracakmış gibi hissettiren o rüyaları görmemek için zihninin ortasına bir kalabalık koyduğunu ve onları bir tek benim susturabildiğimi iddia eden bu deli saçması adama nasıl yardım edebilirdim.

"Hem bir insanın kafasında nasıl bir kalabalık olabilir ki? Bir insan bunun varlığına nasıl inanabilir aklım almıyor."

Başımı iki yana sallayıp içimde hissettiğim boşluğu yatıştırmaya çalıştım. Her çocuğun hayali arkadaşı olurdu. Ben sadece onunla her hafta buluşmaya devam ediyordum o kadar. Hem beni bu yüzden terk eden bir ailem yoktu. Bu hikâyede aklından zoru olan ben değildim.

Park Chanyeoldu ve beni de delirtmeye çalışıyordu.

Ama yine de kendimi alamıyordum. Elimdeki süsü tekrar çevirdim. Minyatür bir Plymout Barracuda'ydı bu. Kendimi o adamı düşünmekten alamıyordum. Yardımım dokunur muydu bilmiyorum ama onun düşündüğü gibi benim varlığımla bir şeyleri çözebileceği düşüncesi içimi kemiriyor beni ona doğru sürüklüyordu. Aslında bu düşünceden daha fazlası ona doğru sürüklenmeme neden oluyordu.

Dördü Yirmi Geçe // ChanbaekHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin