61 | Kendini Sevmek

5.6K 272 23
                                    

" Gel seninle bir kez daha ağlayalım.
Yaşanmışlara, yaşanamamışlara,

bir de hiç yaşanmayacaklara. „
-Oğuz Atay

Bora:

Çocuksu bir heyecanı iliklerime kadar hissederken kırk iki dakikadır Mihriban'ın hazırlanmasını bekliyordum. Dayanamayarak kapıyı beşinci kez tıklattığımda bir başka geçiştirici cümleyle sâkinleşmemi sağladı. Başımla onayladım. Mihriban beni göremese de kendimi ikna etmeye çabalıyordum. Salondaki aynadan kendime bakarak yüzümü ellerimin arasına aldım.

"Kendine gel oğlum. Sen Bora Hanzade'sin. Ne o öyle yeni yetme ergenler gibi sabırsızlanmalar falan?"

Gerekli ikazı yaptıktan sonra aynadaki görüntümle birkaç dakika daha bakışmışken göz çevremde gördüğüm kırışıklıklarla aslında az önceki ikaza gerek olmadığını anladım. Kaz ayağı mı deniyordu bunlara? İyi de ben otuz olalı ne kadar olmuştu ki? Otuz yaş o kadar büyük bir yaş mıydı? Artık bedenim çöküşe mi geçmişti? Yenilenme yok muydu artık? Hep yıkım mı olacaktı?

Saçlarımdaki beyazları rahatsızlıkla saymaya çalışırken sayıları on beşi geçince saymayı bırakmıştım.

Eee Bora... Senin de devrin kapanıyor.

İç sesime karşı kulaklarımı tıkamaya çalışsam da haklı olduğunu içten içe biliyordum. Mihriban'ın zamanında âşık olduğu adam değildim artık. Dile kolay sekiz sene geçmişti âşkının üzerinden. Artık yirmi iki yaşında, genç kızların gözdesi, bekâr bir adam değildim. Mihriban bunu fark ediyor olmalıydı. Mihriban her şeyi fark ediyordu. Bendeki tüm değişimlerin farkındaydı. Yaşlanıyordum ve bunu görüyordu.

Kapı aralanırken salondaki aynadan onu gördüm. Mihriban güzelliğinden hiçbir şey kaybetmemiş, ilk günden bu yana daha da mükemmelleşmişti. Mihriban şu an annesinin gelinliği içinde bana doğru adımlarken çok güzeldi. Mihriban yarın da çok güzel olacaktı.

İçinde bulunduğum düşüncelerden çıkmaya çalışarak yüzümü ona döndüm ve birkaç adımda yanına ulaştım.

"Çok güzelsin."

Uzanarak yanağıma dudaklarını değdirdiğinde sâkin kalmayı bırakmıştım. Elini tutarak önce ikimizi evden dışarı çıkardım. Şaşkın görünüyordu. Üzerinde gelinlik varken ne kadar gidebileceğimizden emin değil gibiydi. Ama ben emindin. İnsanların bakışlarına aldırmadan denize kadar yürümeye devam ettik. Fazla uzun olmayan yürüme mesafesinin sonunda bizi bekleyen yata bindik. Kaptan yatı teslim ettikten sonra bizi yalnız bırakırken kıyıdan uzaklaşacak kadar açıldık. Mihriban şaşkınlığını gizlemeyerek "Nereden öğrendin yat kullanmayı?" Diye sorduğunda aklıma Kemal'le yaptığımız kaçamaklar gelmiş, burukça gülümsemiştim.

"Üniversite yıllarında."

Hava kararmış, denizin ortasında durmuştuk. Esen rüzgarla Mihriban'ın üzerindeki gelinlik uçuşuyor, lacivert geceyi aydınlatmaya çalışıyor gibiydi. Şimdi çok daha güzeldi. En azından benim gözlerimde öyleydi.

Üzerimdeki ceketi çıkararak omuzlarına sıkıca sardığımda aynı zamanda ona arkadan sarılmıştım. Kıkırdadığını duydum.

"Ben üşümem ama sen üşürsün hayatım." Diye mırıldandı.

Evet, üşüyordum ama bunu elbette ki ona söylemeyecektim.

Kollarımın arasında dönerek yüzümü elleri arasına aldığında "Beni baştan çıkarmaya mı çalışıyorsunuz?" Diye fısıldadım. Gülümsedi. Kazaya davetiye çıkaran bu gülümseme dâhi bedenimdeki kanın akış yönünü değiştirmeye yetmişti. Köprücük kemiklerimden omuzlarıma çıkan ağır dokunuşları gözlerimin içine baka baka sürdürdü.

DİLHUN 1 | Yıllanmış Aşk Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin