Fikret amir yaşıyor diye bağırdığından beri, hayal âleminde gibiydi. Her şey çabucak olmuştu. Hastaneye kaldırıldığında nabzı oldukça düşüktü. Yaşaması mucize gibiydi. Beynindeki ödemin büyüklüğü herkesi korkutuyordu. Doktorlar ümit kesilmez dediğinden beri, kızıyordu kendisine. Oğlu gibi sevdiği adamı koruyamamasına, görememesine lanet ediyordu. Nasıl fark edememişti. Fark etse bunu yapmasına asla izin vermez, onu bu halde görmezdi. Düşünceler onu boğarken, doktorların dediği sürenin geçmesi onu nefessiz bırakıyordu. Geçen her saniye canını acıtıp da geçiyordu. Uzun zamandır kendini böyle çaresiz hissetmemişti. Kırk sekiz saatin dolmasını beklemek tam bir işkenceydi. O gün söz verdi kendine. Bir daha bu hatayı yapmana izin vermeyeceğim, o kızı hayatından çıkaracağım dedi. Oğlu gibi sevdiği adamı yok edeceğini bilmeden. Bilemedi, Alkan’ın onsuz yaşayamayacak kadar çok sevdiğini. İki günün sonunda kendine geldiğinde, eli ayağına dolandı Fikret amirin. Kızsın mı? Sevinsin mi? bilemedi. Sonunda bacakları titreyerek odasına girdi. Alkan, baba gibi sevdiği adamı gördüğünde, çocuk gibi ağlamaya başladı. Koskoca adam, acımasız katil, küçük çocuklar gibi ağlıyordu. Operasyon dediğinde sözü yarım kaldı. Fikret amir eli ile durdurdu onu. Bunları düşünme şimdi sonra konuşacağız diyerek geçiştirdi Alkan’ı. Bu durum hiç hayra alamet değil diye düşünse de üzerinde durmadı. Her yeri ağrıyordu. Hemşirenin odaya gelişini, serumunu değiştirişini rüyada gibi izledi. Sonunda kendini uykunun kollarına bıraktı.
Fikret amir, onu görmesiyle rahat bir nefes aldı. Şimdi planını uygulayabilirdi. Hemen ekipten birini aradı.
“Bana hemen Alkan’ın görüştüğü kadının ki olduğunu bulun. Kimmiş neciymiş, hemen öğrenin.”
“Tamam, amirim yarım saate elinizde olur.”
Yarım saat çok uzun gelmişti. Geçmek bilmemişti. Kimdi bu kadın, onu bu hale getirmek için ne yapmıştı? Aklındaki sorularla cebelleşirken, telefonu çaldı. Arayan ekiptendi.
Tüm ayrıntıları bir bir dinledi. Gerçekten bu kadar temiz misin? Alacağı cevaptan korktu. Ama vazgeçmedi. Geçemezdi.
“O kızı yarın havaalanında görmek istiyorum.”
“paketleyin, çok korkutmayın.”
“emredersiniz amirim.”
Fikret amir tüm bunları yaparken, olanlardan habersiz Alkan’ı merak etmekten delirecek bir Dilek vardı. Günler ondan haber alamadıkça geçmek bilmiyordu. Bir kerecik sesini duysaydı. İyi olduğunu bilseydi yeterdi. İki gündür işe başlamıştı. İşe gitmek iyi gelmişti. Kafasını dağıtıyor, yaralarını sarıyordu. Minikleri gözlerindeki hüznü yok ediyor, kalbinin sızısına merhem oluyordu. İşten gelir gelmez, kendini duşa attı. Zühre bugün gecikecekti. O yüzden uzun kaldı banyoda, her şeyi tek tek düşündü. Yaşadıklarını sorguladı. Güzelim hayatı nasılda bir anda tepetaklak olmuştu. Neresinden tutsa elinde kalıyordu. Düşünceler kafasında uçuşurken çıktı banyodan. Oturdu pencerenin önündeki koltuğuna, dışarıyı seyretti bir süre. Sonra gözü defterine kaydı. Açtı usulca kapağını, yüreğinin incilerini, gözyaşları eşliğinde bir bir döktü. Dua eder gibi, kendiyle kavga edercesine sıraladı dizeleri.
Hasret bir düğüm olmuşken kalbimin üzerine…
Her gece bir ilmek daha yükselirken benliğime,
Gün özlemle başlayıp hicranla düşüyorsa pencereme,
Sesin her saniye yankılanıyorsa bedenimde…
Uzaklarda bir yerlerde nefes alıyormuşsun…
Yeter mi?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
TeK kUrŞuN
Ficción GeneralTek kurşunla beyaza, kara düşen kandamlasıydı onların aşkı... Yakacak, kavuracak sonrasında da küllerini savuracaktı rüzgâra Tüm âşıklara fısıldayacaktı aşkı... Kan kokan aşklarını....