Zühre dağılmış durumdaydı. Fikret bile olsa birine ateş etmek öldürmeye çalışmak ağır gelmişti ona. Alkan’a gitmek istedi. Ağabey gibi olmuştu ona. Bu günlerde en büyük desteğiydi o. Alkan, Zühre’yi bir an olsun yanından ayırmak istemiyordu. Hep yanında yakınında olsun istiyordu. Kardeşi vardı onun, dik kafalı yaramaz bir çocuk gibiydi. Her an başını derde sokabilirdi. Annesini kurtarmak için gözünü bile kırpmadan ateş etmişti. Alkan o anların kardeşini kötü etkilediğini biliyordu ama şuanda yapabileceği tek şey yakınında durmaktı. Annesi canı ile uğraşırken onunla konuşamazdı. Hele bir annesi iyileşsin her şeyin bir çaresini bulur, kardeşinin yaralarını sararlardı. Ayten hastanede yaşamla ölüm arasındaki çizgide gidip gelirken, Zühre ve Alkan birbirine daha sıkı sarılıyordu.
Hastane de ondan gelecek haberi bekliyordu herkes. Ameliyat bitmiş ama kritik saatler hala geçmemişti. Ayten bir türlü uyanmıyordu. Alkan tüm hastaneyi ateşe vermek istedi. Elinden bir şey gelmemesi onu tüketiyordu.
Dilek bir köşede kendini yiyen Alkan’ı izliyordu. Eli Sinan’ın elinde, Alkan’ı izliyordu. Ne büyük çelişkiydi. Canı onun için yanıyordu. Yaralarını o değil, bir başkası sarıyordu. Alkan karşıdaki görüntüyü gördükçe, binlerce kez ölüyordu. Kalbi annesi için atarken, canı tüm bedeni Dilek’le ölüyordu. Duaları annesineydi. Sinan fazlalık olduğunu ilk kez hissediyordu. Dilek onu gördüğünden beri, gözünü kırpmadan onu izliyordu. Eli onun ellerinin arasında olsa da, kalbi ruhu onunlaydı. Alkan’ı görmek ona iyi gelmemişti. İkisinin de her yeri ben aşığım diye bağırırken, nasıl evlenirdi Dilek’le. Usulca kalktı yerinden, biraz kafasını toplamalıydı. Dilek elini bıraktığını bile fark etmemişti. Canı yanıyordu, içindeki ateş onu kavuruyordu. Kızlar Sinan’ın gitmesiyle ayaklandılar. Bebeği bakıcıya bırakmışlardı. Akılları oradaydı. Onun için Zühre ile vedalaşıp, Yavuza geçmiş olsun dileklerini iletip, çıktılar. Dilek onların gittiklerini duymamıştı. Alkan ile birbirlerine daldıklarından, kimseyi görmüyorlardı. Dünyada değil gibilerdi. Zühre ve Yavuz gözlerini kırpmadan birbirlerini izleyen ikiliyi yalnız bırakıp, kafeteryaya indiler. Alkan onun gözlerinde kaybolduğunu fark etti, kendini toparladı. Etrafına baktığında kimseyi göremeyince telaşlandı. Ayağa kalkıp, aranmaya başladı. Alkan’ın ayağa kalkmasıyla, Dilek de kendine geldi. Oda herkesin gittiğini gördüğünde, onun gibi panikledi. Nasıl da fark etmemişti gittiklerini. Zühre ve Yavuz ellerinde kahvelerle, oradan oraya koşturan şaşkın aşıkları süzüyorlardı. Alkan Zühre’yi görünce gözleri ışıldadı.
—Neredesin güzellik, kaybolmuşsunuz.
—Canım benim sizin gözleriniz kimseyi görmüyordu. Bizde gidip, kahve alalım dedik.
—Şişşşşs sus bakalım küçük hanım, ağabeye laf yok.
—Ya tamam yaaa sen var ya hemen de kızıyorsun of yaaa. Küstüm işte şimdi ne yapacaksın bakalım?
Dilek sessizce karşısında şakalaşan ikiliyi izliyordu. Alkan da bir değişiklik vardı. Bunu hemen öğrenmeliydi. Bir şeyler oluyordu. Zühre, Alkan’ı ağabey yerine koymuş belliydi. Bu ikisi nasıl bu kadar yakınlaşmışlardı. Kıskançlık değildi hissettiği, sadece farklı bir şey vardı Alkan’ın gözlerinde. Öğrenmek istediği oydu. Bunu onunla konuşmayı kafasının bir köşesine not etti. Gelen doktor hepsinin panikle kalkmasına sebep oldu. Doktor durumun iyiye gittiğini söylediğinde, hepsi rahat bir nefes aldı. Alkan doktordan iyi haberi alınca, burada kalmanın bir anlamı yok dedi. Zühre ve Yavuz eve gitmek için ayrıldılar. Dilek Alkan’la konuşmak istediği için, yanına yaklaştı. Nasıl diyecekti konuşalım diye, ellerini titriyordu. Alkan karşısında titreyen Dilek’in ne isteyeceğini bekliyordu. Konuşsun istedi. Nasıl da özlemişti o güzel sesini. Dilek konuşmasını beklediğini anladığında, daha çok heyecanlandı. Kekeleyerek, konuşalım mı diyebildi. Alkan duyduklarına inanamadı bir süre, sonra heyecanla tamam diyebildi. Hastaneden çıkıp, sahile yürümeye başladılar. İkisi de çok şey söylemek istiyordu ama bir türlü çıkmıyordu kelimeler ağızlarından. Sonunda bankın birine oturduklarında, Dilek konuşmaya başladı.
—Nasılsın?
—İyiyim sen nasılsın?
—Bende iyiyim.
—Alkan fazla uzatmayacağım. Zühre’ye nasıl baktığını gördüm. Bu bakışlarının sebebini öğrenmek istiyorum. Yanlış anlama, asla kıskançlıktan demiyorum bunu. Sadece sen kimsenin gözlerine öyle içten bakmazsın. Ağabey gibi koruyup, ilgileniyorsun onunla.
Alkan’ın telefonunun çalmasıyla konuşmaları yarım kaldı. Alkan telefondaki sesin söyledikleriyle deli gibi koşmaya başladı. Dilek ne olduğunu anlamadı. Alkan’ın koşarak uzaklaşmasıyla, ne yapacağını bilemeden baktı bir süre arkasından. Sonunda çareyi eve gitmekte buldu.
Alkan deli gibi koşuyordu. Yetişememekten annesini koruyamamaktan korkuyordu. Hastaneye girdiği anda, yoğun bakımın olduğu kata koşmaya başladı. Yoğun bakımın önüne geldiğinde, etrafta kimsenin olmaması çekti dikkatini. Silahını aldı eline, yoğun bakımın kapısının açılmasıyla içeriye girdi. Hastalardan başka kimseyi görmüyordu. Annesinin nerede olduğunu bakıyordu tek tek. Sonunda annesini gördü. Yanında kimse yoktu. Makinelerde çalışıyordu. Yanına doğru yaklaştı. Üzerindeki notu eline aldı.
Her ikisini de koruyamazsın. Çok yakında bir seçim yapmak zorunda kalacaksın... Tabi senin işinde zor, bir tarafta annen, diğer tarafta sevdiğin kadın, Alkan efendi söyle bakalım şimdi hangisini seçeceksin?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
TeK kUrŞuN
General FictionTek kurşunla beyaza, kara düşen kandamlasıydı onların aşkı... Yakacak, kavuracak sonrasında da küllerini savuracaktı rüzgâra Tüm âşıklara fısıldayacaktı aşkı... Kan kokan aşklarını....