Zühre’nin bağırışıyla hemen onun yanına koştuk. Sıla yerdeydi. Vurulduğunu düşündük önce, doktorlar hemen acil müdahale odasına aldılar. Vücudunda her hangi bir yaralanma yoktu. Stres ve üzüntü kaynaklı bir bayılma olduğunu düşündükleri sırada, bacaklarının arasından sızan kanı gördüler. Telaşla kan tahlili yaptılar. Kadın doğum uzmanını çağırdılar. Sonuç Sıla’nın Yaradan’dan istediği mucize gerçekleşmişti. Sıla kendini çok zorladığı için düşük tehlikesi vardı. Doktorlar bu güçlü kadının bu bebeğe ihtiyacı olduğunu bildiklerinden, daha bir özenle yapıyorlardı işlerini. Sıla ve bebeği ölüme meydan okurken, Alkan yaşama dönmeye çabalıyordu. Dilek ve Zühre acilin önünde Sıla’dan iyi bir haber almak için bekliyorlardı. Dilek dostunun yorgun halini gördüğünde, bir kez daha emin oldu. Askeriyeye başvuracaktı. Dilek ve Zühre, Sıla’yı beklerken, Alkan gözlerini açmak için savaş veriyordu. Gelip gidenlerin seslerini duyuyordu ama cevap veremiyordu.
Sıla’nın kanaması kontrol altına alınmıştı. Baygınlık yorgunlukla birleştiği için, uyutulmasına karar verildi. Yapılan sakinleştiriciler sabaha kadar onu uyutacaktı. Dışarıya çıkan doktorlar, dışarıdakilere sevindirici haberi verdiler. Zühre Yaradan’ın mucizelerine tanık olduklarını biliyordu. Sabaha kadar uyanmayacağını bildiklerinden, Alkan’ın yanına gitmek için acilden ayrıldılar. Yoğun bakımın önüne geldiklerinde, içeriden çıkan doktorla karşılaştılar. Dilek onu görmek istediğini ısrarla söyleyince, doktor izin verdi. Hazırlanmak için hemşire ile birlikte gittiğinde, Zühre koltuğa yığılmıştı. Yaşadıkları fazla gelmişti. Canlarının canı yanıyordu. Kaç tane eve ateş düşmüştü. Kaç tane ana yangınlardaydı. Ellerinde kan vardı. Masum insanların kanı vardı. Elinden geleni yapmıştı. İçi huzurluydu aslında ama yine dökülen kanlar canını yakıyordu. Askerlerin arkadaşlarını taşıması onların kanına bulanması, korkunçtu. O bile bu kadarını kaldıramazken, yirmi yaşındaki masum canlar nasıl kaldırıyordu. Delirecek gibiydi. Çaresizliğin en kötüsünü yaşıyordu. En zor sınavlarından birini veriyordu. Herkesi toplamalıydı. Burada kalamazlardı. Kalırsa hiçbirini toparlayamazdı. Telefonunu eline aldı. Sıra ile tüm detayları ince ince hayata geçirdi. İlk olarak kara kuvvetleri komutanlığındaki yetkililere ulaştı. Durumdan haberleri olduğu için zorluk çıkarmadan Bursa’ya tayin işini halletti. Sıra Şevval’deydi. Hepsinin aynı yerde olması lazımdı. Milli eğitimi arayıp, özel bir durumla onunda ataması olmuştu. Şimdi Dilek ve kendisi kalmıştı. Adalet bakanlığından birilerine ulaşmak en kolayı olmuştu. Bursa büyükşehir olduğu için atama çok sıkıntılıydı. Yaşanılanlar göz önüne alınınca özel bir görev ile birlikte Bursa’ya ataması yapılacaktı. Sonunda halletmişti. Dilek’in çalışacak bir işi kalmadığı için Bursa’da iş bulacaklarını düşünerek, rahat bir nefes aldı. Bursa’da hakim olan arkadaşını aradı. Ondan ev bulmasını istedi. Beş odalı büyük bir eve ihtiyaçları vardı. Ne istediklerini sıraladıktan sonra, en kısa sürede görüşmek için sözleşerek telefonu kapattı. Yeni hayatlarının ilk adımı atmışlardı. Bundan sonrası daha güzel olacaktı.
Dilek yoğun bakımın kapısında kablolara sarılı vaziyette yatan sevdiğine bakıyordu. Çok çaresizdi. Yanına yaklaştı eline dokunmaya korktu. Sahi onlar en son ne zaman el ele gezmişti. Ne kadar da uzun olmuştu. Nasıl da özlemişti ellerini tutmayı. Yanına yaklaştı önce, titreyen ellerini uzattı. Elini tuttuğunda onun soğukluğu, Dilek’in ateş almış ellerinde kayboldu. Yeniden birdiler, hastane odasında olsalar da yine birlikte atıyordu kalpleri.
Uyan sevdiğim uyan ki, bir kez daha bak yeşillerime.
Bir kez daha dik yeşillerini, çat kaşlarını.
Kız bana, ne işin var senin burada de, ama yeter ki aç gözlerini.
Duy sesimi bırakma beni.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
TeK kUrŞuN
General FictionTek kurşunla beyaza, kara düşen kandamlasıydı onların aşkı... Yakacak, kavuracak sonrasında da küllerini savuracaktı rüzgâra Tüm âşıklara fısıldayacaktı aşkı... Kan kokan aşklarını....