Dilek, balkondan içeriye girdiğinde, bedeninden bir ürperti geçti. Alkan’ın kokusunu duyduğundan beri, sanki yanındaymış gibi hissediyordu. Bu ürpertiler de onun göstergesiydi. Gözlerini kapattı. Ağlamayacaktı, ağlarsa sevdiği kızardı, üzülürdü. Sessizce bekledi. İçinden dualar geçirdi. Aşağıdan Zühre’nin sesini duyunca, inmek zorunda kaldı. Zühre’nin cıvıltılı sesi bile onu kendine getirmeye yetmemişti. Fakat elindekini görünce, yüzü aydınlandı. Çocuklar gibi biri önde diğeri arkada koşturdular. Dilek mutluydu. Elinden alır almaz hemen açmaya koyuldu. Okuduğu her satırda gülümsüyordu. Sonuna geldiğinde, bir ürperti geçti. Ya ona bir şey olsaydı diye düşündü. Korktu, delicesine bir acı hissetti. Nefessiz kalışları ne kadar da artmıştı bugünlerde. Onu özlediğini, sevdiğini yazmıştı. Affet, seninle gurur duyuyorum diyordu. Yine mutlu etmeyi başarmıştı. Yine ona yaşamak için bir sebep vermişti.
Zühre, bir şeyler yapması gerektiğini bilse de, elinden hiç bir şey gelmiyordu. Hiç bir şey yapamıyordu. Yurttaki arkadaşlarından sınırda olanlara haber vermişti. Fakat bir fotoğraf olmadığı için kimse onu bulamamıştı. Bunun için Alkan’ın fotoğrafını mail atması gerekiyordu. Dilek’in odasına girmeliydi. Ona haber veremezdi. Bulamazsa canı çok üzülürdü. O yüzden ondan saklamalıydı. Hazır o mektuba dalmışken, usulca merdivenlere yöneldi. Canından gizli iş yapmak hoşuna gitmese de, yapmak zorundaydı. Odasına girip, kutunun bulunduğu dolabı açtı. Hemen fotoğraflardan bir tane aldı. İçine soktu. Kapıdan çıkacakken, onun merdivenleri çıktığını gördü. Hemen kapıyı kapatamadan dışarıya süzüldü. Kendi odasından çıkıyormuş gibi yaptı. Dilek’in ayakları yere basmadığından, olanları anlamamıştı. Zühre rahat bir nefes alarak girdi odasına. Hemen tarayıcıya fotoğrafı koydu. Tarama işlemi biter bitmez, sınır köylerinde çalışan tüm arkadaşlarına mail attı. Bundan sonra yapacağı tek şey beklemekti.
Dilek, mektubu defalarca okudu. Masasına oturdu. Sevdiğine cevap yazmalıydı. Ne yazsa da ona olan aşkını anlatsa bilemedi. Sadece aşkı yoktu, kalp kırıklıkları, acıları vardı. Aklına gelen dizeleri sıraladı.
Sensizlik…
Yâre uzak olmak zordur,
Yalnızlık yaren iken boynuna.
Sevdiğim, kokuna sığınırken sensiz akşamlarda…
Sevildiğimi bilmektir beni ayakta tutan,
İsyanın gölgesinden uzaklaştıran.
Bir nefes çek şimdi taa derinden,
Kokum ulaşsın bana hasret iklimlerine…
“Merve Ergur”
Ah be sevgilim sensizlik, zehirli bir hançer sinemde, nefes aldıkça daha da yaralıyor beni. Sensizlik denen illet zehir, her geçen saniye biraz daha öldürüyor beni. Gözlerimi kapattığım her an yanımdasın aslında. Kokunu duymak istediğimde çıkıyorum balkona, yaradan getiriyor senin kokunu uzak diyarlardan bana. Oda görüyor bizi, acımızı, yeniden yazıyor kaderimizi. Her şeye kızar oldum bu aralar. Çekilmez biriyim şu zamanlarda. Zühre’m nasıl tahammül ediyor bana bilmiyorum. Eskiden gülümsemek benim için bir rutinken, şimdi çok zor geliyor. Sanki gülersem sana ihanet edecekmişim gibi geliyor, gülemiyorum bee bir tanem. Sensiz gülmek haram bana. Sensizlik bu kadar içime işlemişken, umut edip nasıl gülebilirim ki… Çaresizim, seni görememek sınavların en büyüğü, dayanamıyorum sevgilim. Beni sakın sensiz bırakma, senin olmadığın bir dünya yok benim için. Sen varsın diye dönüyor bu dünya benim için. Sen varsın diye seviyorum ben bu dünyayı. Gecem günüm her şeyim sensin. Affet diyorsun yaa hani, ben hiç kızmadım ki sana, hiç küsemedim. Hem ben sana küsemem ki… O YÜZDEN AFFETMEK YOK BENİM LUGATIMDA.. SENİNDE OLMASIN… Diyorsun ya bana doktor oldum. Can alırken şimdi yardım edeceğim diye. Senin o zamanlarda can alman gerekiyordu. Şimdiyse canları kurtarman gerekiyor. Sen senden istenileni yaparsın. Duasını aldıklarını da unutmadan düşün. Beyaz önlük ne de yakışmıştır şimdi sana. Sevdiğim senden tek isteğim. Beni sensiz bırakma…
ŞİMDİ OKUDUĞUN
TeK kUrŞuN
General FictionTek kurşunla beyaza, kara düşen kandamlasıydı onların aşkı... Yakacak, kavuracak sonrasında da küllerini savuracaktı rüzgâra Tüm âşıklara fısıldayacaktı aşkı... Kan kokan aşklarını....