-11-

3.6K 240 10
                                    

Bu feryat figan, bu kan kokusu da neyin nesiydi. Zühre neden bu kadar feryat ediyordu. Kimin kanıydı bu kokan. Alkan ölseydi hissederdi. Bu boşluk bu sağır eden sessizlik, zaman mı durmuştu?

Gidebileceği kadar hızlı ulaştı can dostunun yanına. Zühre’nin gözleri akmış, elleri kan içindeki halini görünce bir kez daha korktu. Ne oldu diyemedi. Bekledi, canının acısı dinsin diye. Ne kadar o koridorda kaldılar bilmiyorlardı. Zühre bir türlü sakinleşmiyordu. Can acısı çok büyüktü. Ellerindeki kan kurumaya yüz tutmuştu. Sonunda sesini bulduğunda, “beni ona götürün” dedi. Sonrasında doktorlar yanında bir görevliyle, onu morga indirdi. Ölümün yüzü ne kadar soğuktu. Alkan’ı beklerken, can arkadaşının kanlar içindeki halini, cansız bedenini görmüştü. Yurt günlerinde, onu koruyuşları, saçaklı deyişleri geldi gözünün önüne. Gülümsedi, can acısı gülümsemelerine karıştı. Ne çok can almıştı bu terör denen illet. Hayatının baharında başarılı bir savcıydı Ferit. Seveni bekleyeni vardı. Nasıl diyeceklerdi şimdi ona. Nasıl toplayacaklardı Sıla’sını. Nasıl diyecekti kollarımda öldü diye. Nasıl diyecekti benim yüzümden oldu diye. O Alkan’ı sormasaydı. Belki de hala yaşıyor olacaktı. Kızdı kendine, ölsün istedi. Birini kurtaramaya çalışırken, diğeri ellerinin arasından kayıp gitmişti. Yaralı bir yürek bırakmıştı geride. Vebalini mi almıştı bu insanların? Yoksa kader miydi? Can acısı karıştı vicdan acısına. Nefessiz kaldı. Yaşa dedi, bu adam için yaşa. Eğer ölürsen Alkan, bekle beni öbür tarafta. İşimiz bitmedi seninle. Bir can kaybettim az önce, bir tane daha veremem bu lanet teröre.

Morgun soğuk duvarlarına tutundu. Onlardan medet umdu. Çıkmak istedi nefesini daraltan bu yerden. Çıktığı anda, ambulansın acı sesi doldu kulaklarına. Yine mi bir can daha yitip gitmişti. Nefes nefese çıktı yukarıya, getirilen askerlere baktı. Herkesin yüreğine ateş düşmüştü. Önce Alkan, sonra Ferit, şimdide masum erler. Allah’ım sen bana kuvvet ver. Dökülen dualarla birlikte yetişemeyen doktorlara yardıma gitti. Her yerde kan vardı. Gözleri Dilek ve Şevval’i aradı. Onlarda bu kan seline kayıtsız kalamamışlardı. Onlarda yardım etmek için acılarını unutmuşlardı. Yaralılar öyle çoktu ki. Dilek, utandı acısından, feryatlarından. Kıyamadı daha hayatının baharındaki canlara. Kim bilir ne hayalleri, umutları vardı. İki tanesi ellerinin arasından yitip gitmişti. Gece olmak üzereydi. Bilanço çok ağırdı. Alkan’ı yaralayan şerefsizler, dört asker birde savcı şehit etmişlerdi. Altı can ise can çekişiyordu. Durumları ağırdı. Yetmedi mi bu kan daha ne kadar can lazımdı. Zühre, Fikret’in yerine geçmişti. Operasyon bölgesine gitmişti. Dilek dur diyemedi. Biliyordu ki, deseydi de durmazdı. Sıla, uçaktaydı, birazdan hastaneye gelecekti. Öldü diyememişlerdi. Hissederdi sevdiğinin yokluğunu, biliyordu Dilek. Bu acıları kim bilir kaç kez yaşayacaktı. Alışmalısın dedi. Teskin etti kendi kendini. O kendi düşünceleriyle boğuşurken, bir çığlık duyuldu. Gitmiş olamazsın, diyordu. Gittiğini bile bile, diyordu. İçi yanıyordu. Kendi de buraya geldiğinde onun gibiydi. Onun bir umudu yoktu. Dilek şükretti bir kez daha, Alkan hala yaşıyordu. Direniyordu ölüme. Fikret sevdiğini bırakıp, gitmişti. Sıla’nın yanına gitmek istedi. Yanına yaklaştıkça, can acısının nasıl bir illet olduğunu gördü bir kez daha. Uzandı tutmak istedi ellerini, yanındayız demek istedi yapamadı. Sonunda kaldırdı kafasının Sıla. Yanında acı ile bekleyen kadını gördü. Belli oda yaralıydı. Belli ki hissediyordu can acısını. Çekti ellerinden sıkıca sarıldı. Bağıra bağıra ağladı. Tanımadığı bu yabancı iyi gelmişti ona. Fikret yoktu, onsuz nasıl yaşardı bilmiyordu. Çocukluğu, gençliği hem onunlaydı. İlk kez ayrılmışlardı onunla. Daha bir hafta geçmeden, kader onları tamamen ayırmıştı. Keşke gitmeseydim yanında olsaydı dediyse de, nafile olduğunu biliyordu. Kaderin önüne şimdiye kadar geçebilen olmuş muydu ki, o geçecekti. Kabul etti kaderini. Sildi gözlerindeki yaşı, şehit karısıydı o. O itleri güldürmeyecekti. İŞİNİN BAŞINA GEÇECEKTİ. Fikret’in bıraktığı yerden devralacaktı bayrağı. Şehit karısına yakışanı yapacaktı. Dik tut başını demesiyle, kendine geldi Dilek. Biz Şehit, asker eşleriyiz, biz başımızı eğersek onlar üzülür. Kaldır başını kalk ayağa, bize ağlayıp, sızlamak yakışmaz. Kalk geç işinin başına, yardım et buradakilere. Durma öyle boş boş, bize ihtiyaçları var. Asker olmak bu demekti. Fikret hep ona bir şey olmasından korkardı. Ona göre işi tehlikeliydi. Fikret’in işi ondan daha tehlikesizdi oysa. Üniforma istemişti oradaki birlikte. Kurmay Albaydı o, oradaki askerler dediklerini hemen yapmışlardı. Kontrol etti silahını, son kez baktı arkasına. Dönmemek üzere dedi. Dilek bu güçlü kadının arkasından baktı. Asker olmak hep hayaliydi. Babası ben seni düşünmek istemiyorum dediği için vazgeçmişti. Şimdi babası da yoktu. bir şeyler yapmalıydı. Aklına gelen fikir, biraz daha umutlandırmıştı Dilek’i. Belki sevdiğinin yanında olma şansı olurdu. Askeriyeye girerse, bir umutları olurdu belki de. Saatlerdir Zühre’den haber yoktu. Delirecekti. Alkan tehlikeli olan son yirmi dört saate girmişti. Bu geceyi de atlatırsa, artık uyanmasını bekleyeceklerdi. Dilek, askerleri uğurlamak için çıktı dışarıya, son kez baktı al bayrağa sarılı tabutlara. Ağladı sessizce, selam durdu diğerleri gibi. Sessiz dualarını yolladı onlara. Hastane dolup taşıyordu. Sürekli yaralı asker geliyordu. Dilek bu gecenin hiç bitmeyeceğini düşünmeye başlamıştı. Zühre ne yapıyordu şimdi. Şevval de yoktu ortalarda, delirecekti meraktan. Aramak istese de, tuttu kendini. Şimdiye kadar hep kırılgan ve naif olmuştu. Artık olmak yok dedi. Yanına gelen komutanlardan birine, başvuru yapmak istediğini söyledi. Neler gerektiğini öğrendi. Neler yapacağını detaylıca konuştu. Sonunda bir hedefi vardı. Artık ne istediğini biliyordu. Fikret amir günler sonra ilk kez hastaneye gelmişti. Geldiğinde ağlayan bir kız çocuğu göreceğini zannediyordu. Yine yanıltmıştı bu kız onu. Komutanla ne konuştuğunu merak etti. O gider gitmez ne konuştuklarını öğrendi. Uzun zamandan sonra ilk kez gülümsemişti. Bu kız kendini aşmaya başlamıştı. Bu kız deli oğlana gerçekten âşıktı. Umut etsin nasıl olsa yapamaz diyerek güldü. Alkan ile ilgili son haberleri aldıktan sonra dinlenmeye gitti. Alkan için kritik saatler bitmek üzereydi. Onun verdiği rahatlıkla, operasyonun yorgunluğu ile kapadı gözlerini.

Zühre tüm gün bitip tükenmişti. Nasıl zordu buralarda çalışmak. Sıla’yı görmüştü bir ara, sonra kaybolmuştu. Operasyon, bayan bir albay sayesinde başarıya ulaştı söylentisi ona geldiğinde, burada olduğundan emin oldu. Sıla Azrail gibi çökmüştü tepelerine. Almıştı canının intikamını, günahsız erlerin kanının hesabını. Gözleri onu aradı. Nasıldı merak etti. Sonra kanlar içinde gördü onu, kanlı melekti. Azrail’in suret bulmuş haliydi. İki can yoldaşının kucaklaşması görülmeye değerdi. İkisi de yaralıydı. İkisi de acılıydı. Sessizlikle paylaştılar acılarını, bölüştüler son umut kırıntılarını. Sıla tutunacak bir dal aradı. Allah’ım bana tutunacak bir sebep ver diye yolladı dualarını semaya. Arafta kaldı Sıla, Zühre ikiye bölündü. Biri Sıla ile yanıyordu, diğeri Dilek ile kavruluyordu. Yardım istedi Yaradan’dan. Cenaze işleri için hastaneye gitmeleri gerekiyordu. Gözyaşları kana karışıyordu. Ağlamak en son istediği şeydi. Sevdiğini soğuk toprağın altına koyacak olmak, daha da bir ağır geliyordu. Düşündükçe gözlerinden yaşlar istemsiz akıyordu. Hastane kapısına geldiğinde tüm gücünün tükendiğini anladı. Son hatırladığı Zühre’nin bağırışıydı. Sonrasıysa kocaman bir karanlıktı. 

TeK kUrŞuNHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin