Tüm gece ne Dilek, nede Yavuz uyuyabilmişti. Akılları sevdiklerindeydi. Uyku hiç uğramamıştı onlara. Sabahın ilk ışıklarıyla aşağıya indiler. İkisinin de amacı kimseye görünmeden evden çıkmaktı. Tabi hesaba katmadıkları bir şey vardı. Savaş bu iki yaralı yüreğin, kaçacağını bildiğinden, erkenden kalkıp, kahvaltı hazırlamıştı. Yavuz ve Dilek, masada oturan bir Savaş beklemediklerinden, korkmuşlardı. Savaş’ın otoriter bir sesle hemen masaya geliyorsunuz demesiyle, mecburen masaya oturmuşlardı. Birer kahve koyduktan sonra, Sıla’nın gelmesiyle masa şenlenmişti. Sıla bugün kendini iyi hissetmediğini söylediğinde, başta Savaş hepsi çok meraklanmıştı. Savaş hemen doktora gidiyoruz dediğinde, Sıla hiç itiraz etmedi. Bu adamın yardımı olmadan bir şey yapmak istemiyordu. Dilek masadan hızla kalktı. Kimseye görünmek istemiyordu. Hızla dışarı çıkıp, arabasına attı kendini. Bir süre arabada oturdu. Bacaklarının gücünü toplamasını bekledi. Arabayı sahile sürdü. Bugün istese de, işe gidemeyecekti. Yalnız kalmak istedi. Sahilde arabayı park edip, en yakın banka oturdu. Denizi seyretmeye başladı. Gözyaşları yine akmaya başlamıştı. Nasıl vazgeçecekti. Nasıl onu unutacaktı. En küçük bir şeyde bu kadar dağılırken, onu nasıl aklından çıkaracaktı.
Sinan kreşe geldiğinde, Dilek’in gelmediğini öğrendiğinde panikledi. Dün çok iyi bırakmıştı oysa kesin bir şey olmuştu. Yoksa Dilek sözünü tutmayacak bir kız değildi. Yavuz’u aradı. Ondan evden çıktığını, kreşe gittiğini öğrendiğinde, daha da panikledi. Düşünmek için çabaladı. İçindeki panik, düşünmesini engelliyordu. Belli ki canı sıkkındı. O canı sıkıldığında ne yapardı. Sahil, sahile inerdi. Nasıl da aklına gelmemişti. Hemen arabayı sahile sürdü. Arabayı park edip, sahil boyu yürümeye başladı. Sahilin sonuna gelmişti. Dilek burada da yoktu. Umudunu kaybetmek üzereyken, bankta oturan, Dilek’i gördü. Yanına yaklaştığında, ağladığını anladı. Omuzları sarsılıyordu. İçi acıdı. Onun ağlaması onu mahvediyordu. Yanına oturdu. Dilek transa girmiş gibiydi. Geldiğini fark etmesi uzun sürdü.
Dilek yanına oturan adamın kokusunu aldı önce. Bu koku ona huzur veriyordu. Sonra yavaşça döndü yanına. Onu hüzünlü gözlerle kendine bakarken gördüğünde, gülümsemeye çalıştı.
- Hoş geldin.
- Hoş bulmayı öyle çok isterdim ki, ama bulamadım maalesef. Niye ağlıyorsun küçüğüm, ne yakıyor yine canını, kim üzdü seni?
- Ben, içimi bu kadar iyi okumak zorunda mısın? Ben yapamıyorum. Onu unutamıyorum. Ondan kurtulamıyorum. Beni sevmeyen adamı seviyorum. Gurursuzum, hala onu düşünüyorum. Canım çok acıyor. Geçecek mi bu acı? Nasıl yapacağım ben bunu? Yardım et bana Sinan.
-şişşşşş sakinleş bakalım küçüğüm. Sevmek dünyanın en güzel şeyidir. Sen aşkı yaşamışsın. Aşta her şey mubahtır. CANINDA YANAR, YÜREĞİNDE KANAR. Şimdi gerçekten unutmak istiyor musun? Onu hayatından çıkarmayı gerçekten istiyor musun?
- Ben bilmiyorum. Onu düşünürken bile canım yanıyor benim. O bana soğuk baktığı her an ölüyorum ben. Onun bana öyle baktığını görmek istemiyorum. Bensiz hayat kur dediğinden beri, onsuz yaşamaya çalışıyorum. Başar5mak istiyorum. Sonra bir konuşmada onun adı geçiyor ve ben darmadağın oluyorum.
-Küçüğüm, eğer gerçekten yardım istersen san tek bir şekilde bu yardımı yapabilirim. Ben sana aşık oldum. Hayatıma girdiğinden beri senden başka bir şey düşünemez oldum.
Sinan’ın söyledikleriyle, ne diyeceğini bilemedi bir süre. Ne diyordu bu adama. O onu arkadaş olarak görürken, bu adama ona aşık mı olmuştu? Bu nasıl bir şeydi. Tam kalkmak için hamle yaptığında, Sinan elinden tuttu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
TeK kUrŞuN
General FictionTek kurşunla beyaza, kara düşen kandamlasıydı onların aşkı... Yakacak, kavuracak sonrasında da küllerini savuracaktı rüzgâra Tüm âşıklara fısıldayacaktı aşkı... Kan kokan aşklarını....