Evet canlarım değişiklik yaptığım bölümlerden biriyle karşınızdayım. Satır arası yorumlarınızla düşüncelerinizi belirtin lütfen 😇
Ejderhanın parlak, yeşil gözleri bıçağımın keskin ucunun hedefiydi. Hızla yüzüne doğru atılmaya çalıştığımda nereden geldiğini anlayamadığım pençe darbesi beni yere sermeye yetmişti. Düşmemin etkisiyle elimde tuttuğum bıçak uzak bir noktaya kayarken olanlara inanamaz halde iri iri açılmış gözlerle bakakalmıştım. Lanet olsun ölecektim ve şimdi elimde kendimi koruyabileceğim hiç bir şey kalmamıştı. Ejderha pençesi üzerime getirdi ve beni tutarak yukarıya doğru kaldırmaya başladı. Ne debeleniyor ne de herhangi bir tepki verebiliyordum... Öylece donup kalmıştım.
Beni tam göz hizasına getirdiğinde keskin yeşillerinin odağında ben vardım. Gözlerinde kendi yansımamı net bir şekilde görebiliyordum. Yüzümde ki dehşete düşmüş ifade az sonra başıma kötü şeylerin geleceğini bilmemden kaynaklanıyordu.
"Göründüğünden daha cesurmuşsun ufaklık." Kalın erkek sesi kulaklarımda yankılanırken seslice yutkundum. Daha deminki cesaretimden geriye zerre tanesi bile kalmamışken pençeleri arasında bir yaprak gibi titriyordum. Şu an ondan deli gibi korkuyordum... Daha doğrusu asıl korktuğum şey sivri dişleriyle parçalanıp ölmekti.
"Lütfen bırak beni." dedim bedenim gibi titreyen sesimle, bir yandan da pençeleri arasından kurtulmak için çırpınmaya başlamıştım. Ejderha başını yaklaştırarak yanıma kadar sokulduğunda duraksadım. Yelpaze gibi açılıp kapanabilen burnu hemen dibimdeydi. Derin bir nefes alarak kokumu içine çektiğini belli ederken gözlerini yumdu. Şu an yakaladığı avı afiyetle midesine indirmeden önce kokusunu içine çeken yırtıcı bir hayvandan hiç farkı yoktu. O sırada güçlü olmak için direnen ben yaşadıklarıma daha fazla dayanamadım ve ağlamaya başladım. Evet koskoca Batı krallığının prensesi korkudan ağlıyordu.
"Neden ağlıyorsun ufaklık?" diye sordu ciddi bir sesle. Ağladığım için görüşüm bulanıklaşmıştı. Ancak önümü tam göremesem de keskin yeşil gözlerini rahatlıkla görebiliyordum. Hava neredeyse tamamen kararmasına rağmen önümde ki yeşil gözler ışıl ışıl parlıyorlardı.
"Canım için ağlıyorum, bu şekilde ölmek istemediğim için ağlıyorum. Bir canavarın akşam yemeği olmak istemediğim için ağlıyorum." ağzımdan kaçan minik hıçkırıklar lafımı bölmüş, zor zar konuşmayı başarmıştım. Lanet olsun beni yese bile dişinin kovuğuna sığmazdım.
"Seni yiyeceğimi de nereden çıkardın?" diye sorduğunda merakla gözlerimi kırpıştırarak ona baktım. Sıcak yaşlar yanağımda yol çizerek çeneme oradan da ejderhanın pençesine damlarken bakışlarımı kaçırmıştım.
"Çünkü sen bir ejderhasın, yani bir canavarsın ve insan yersin." derken burnumu çektim. Şu an kendimi hiç olmadığım kadar aciz hissediyordum.
"Korkma ufaklık seni yemeyeceğim. Hem yemek isteseydim şimdiye kadar yerdim. Öyle değil mi?" Sesini yumşatarak beni buna inandırmak istercesine konuştuğunda derim bir nefes aldım. Elbette ona inanmamıştım,inanamazdım da. Beni şu ana kadar yememiş olması bundan sonra yemeyeceği anlamına gelmiyordu.
"Peki beni buraya neden getirdin o zaman?" kuşkulu çıkan sesimle sorduğum soruya karşın başını kaldırdı. Sanki o da neden beni buraya getirdiğini bilmiyormuş gibiydi.
"Kokun... Senden yayılan koku beni sana çekti." aniden konuştuğunda söylediklerini beklemediğim için şaşırmıştım. Bu halimi umursamadan tekrar gözlerini yumarak burnunu yaklaştırdı ve kokumu içine çekti. Derince nefes alıp verdiğinde saçlarım dalgalanmıştı.
"A-ama bu çok saçma. Beni sırf koklamak için mi buraya getirdin yani?" Sorduğum soru bile kulağa mantıksız gelirken içinde bulunduğum durumu tarif edecek kelimeyi bulamıyordum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Ejderhanın Tutsağı
FantasyBen kralın biricik kızı, krallığımızın yegane prensesi Katherine Bloom'um. Her zaman ne istersem elde etmiştim. Kralın kızı ve aynı zamanda tek çocuğu olduğum için bana hiç bir zaman saygıda kusur edilmemişti. Haliyle durumlar böyle olunca azıcık da...