42. bölüm|

199 21 14
                                    

"Kraliçem kırıyorsunuz beni!"
Kraliçe bir yerine...

"Ne saçmalıyorsun kahpe."

"Öncelikle ismim jerome."

"Yani?"

'Hıh'ladı. "Sylvia Liebert bugünü sabırsızlıkla bekliyordum."

"Boş yapma. Çıkar baklayı."

"Sizi taht'a çıkarmak istiyorum."
Daha neler?
"Neden?"

Gülümsedi. "Baya asilsiniz kraliçem. Bu bile bir neden." hee asilim hee.

"Bak lanetlediğimin salağıyla evlenmek gibi bir isteğim hiç olmadı."

"İnsanların geleceğini onun ellerine bırakamazsınız."

"Senin gibi bir ayyaş bunu mu diyor?"

Yavaş yavaş kıkırdamasını arttırdı. "Siz başa geçseniz daha eğlenceli olur diye düşündüm."

"Biraz seni aydınlatayım çocuk. İnsanların geleceği, Askerlerin elinde."

"Çok yazık Veliaht olsaydım çoktan seni kendime yapardım." Umarım homo'dur...

"Lan sen beni dinliyor musun?!" üzerine gittim. "Dinliyorum kraliçem!"

"Deme şunu gerizekalı!"

"Tamam tamam özür dilerim queen'im."

"..." elimi yüzüme vurdum, nefes verdim.

Elini uzattı. "Benle bir çay için."
Kuşkuyla tek kaşımı kaldırdım. Senle randevumu harcar mıyım acaba ben?

"Hadi ama zehirlemem seni."

"Bi daha arkadaşlarımla peşime düşerseniz sizi öldürürüm."

Gülümsemesi değişmedi.

Başıma daha fazla bela almak istemiyorum.

Çok uzaklaşmadan "Şansın varsa görüşürüz."

Ordan uzaklaştıktan sonra buraları çok tanımadığım aklıma geldi. Ara sokaklardan birindeydim. Caddeyi ve belli başlı yerleri biliyordum.

Uzaklaşmıştım sanırım. Yürümeye başladım yavaşça.

Biraz daha yürüdükten sonra pelerinimin kafamı kapatmadığı aklıma geldi. Sanki tanıyacaklardı.
Yinede kafamı örttüm.

Bir süre sonra tanıdık bir yere çıkmıştı yolum.
Cidden tanıdıktı. Bir dükkanın önünden geçerken camdan baktım.

Ah burası... O gün kar yağıyordu o yüzden hatırlayamamıştım. Parlak mücevherler...

O sırada meraklı mavi gözler onun üzerindeydi. Tam yaklaşıp ağzını açıcaktı ki kızın sesini işitti. "Yıldızlar gibi."

Gözlerini sonuna kadar açtı. Olduğu yerde dondu. Onun 'burda ne işi var?' diye düşünmeden edemedi. Hiç beklemiyordu. Kız adımlarını ileriye attı. Sonra arkasına bir bakış attı ama orda yoktu genç adam.

Sylvia biraz daha yol kat ettikten sonra bir el omuzundan tutup kendine çevirdi. "Nerdesin sen?"
Kız bir süre sessiz kaldı.
"Çok şükür." dedi Sylvia.

"Nerelerdeyin sen? Hanji ne kadar endişelendi."

"Ben...geri dönmeyi planlıyordum kayboldum."

"Başına ne bela aldın?"
"Merak etme büyük bir şey değil."

"Neyse gel hanjinin yanına. " kolundan tuttu genç kızın ve hızlıca ilerlemeye başladılar.

"Hey! Dörtgöz!? Tavanda ne işin var?"

"Leviiigg!?! Sylvia'yı bulamıyorum! ne yapıcam begnn!?"

"Bir bak buraya hanji."dedi bıkkınca levi.

Kızın kolunu kaldırdı ve gösterdi. "Burda."

(Y/n: tekmelemesini beklerdim.)

×    ×    ×

Benden rapor vermemi istedi. "Bi kaçık bişeyler zırvaladı."
"Bu kadar mı?" sıkkın bir şekilde konuştum. "Kraliçem diye sesleniyordu. İrie ile evlenmemi niye bu kadar istiyorlar?"

"Güçlü prensler yapın diye."

"Ha."

"Komikti levi." dedi hanji alayla. "Muhtemelen öyledir hanji. Şaka yapmıyorum."

Kahretsin ki mantıklıydı.
Kraliyeti korumak... 'Sarayı korumalısın sylvia!'

'bunun için doğdun.'

Bunun için doğdum?

Titanları kesmem için eğitilmiştim. Kaç yıl sonra yıkılmıştı surlar? Binlerce yıl... Ondan önce bunu düşünen tek babam vardı heralde. Cidden kaderime yazdığı amaç neydi babamın? Neydi kaleminin mürekkebini harcatıcak?

Bana güç bahşedip sarayı koru demesi bir noktada mantıklı olsada...Kendisi de güçlüydü.

Baştan beri kaderimi yazmıştı aslında. Bu bakımsız, kısa , fazla asil olmayan, asker ve yaralı bereli kızı niye veliaht'a eş versinler ki?

Ama işler değişmişti. Bütün güç belki de genlerime aktarılmıştı. Benden sonraki neslime geçicekti.

Saray da büyümüştüm. Prenses olmadığım için asil davranmıyordum? Benim o şeylerle işim neydi? Kuralları gayet iyi biliyordum. İrie'ye nasıl davranması gerektiğini bazen anlattığım olmuştur.

Götüne girsin asil duruşu.

Levi parmağıyla kafamı dütledi. "Hey."

"Hey. Kendine gel velet." gözlerimi titrekçe ona çevirdim. "ah özür."

Elimi saçlarıma daldırdım. Hanji o sırada bana çay getirdi. "Çay iç Sylvia. Trans'a geçtiğinden şüphelendim."

Başım ağrıyor.

Ellerimi şakaklarıma koydum rahatsızca.

"Kafesinde kalmalıydın. Bir kuş kafesinden hep kurtulmak ister, kafesinden kaçınca dünya'ya alışamaz ve yem olur."
Güzel sözler levi.

"Sorun değil."

Gözlerim yanmaya başlamıştı. Ellerimi sıcak fincana koydum, ısıtmak istiyordum ellerimi.

"O kadar mı istemiyordun onunla evlenmeyi?"

"Sence?" dedim bir kaşımı kaldırarak.

"Sevdiğin biri mi var?" Lan.

"yok. Pff.. hem Ne alakası var kaptan?"

"Bilmem kaçtığına göre değeri biçilmez birinin olacağı düşündüm."

"Ben varım ya."

"..."

"..."

"..."

"Neyse neyse. Bu konuya hakim olmasamda, Ancak insan sevdiği olduğu kişiyle evlenmesi gerektiği kanaatindeyim."

"Haklısın." diye onayladı hanji. Çaydan bir yudum aldım.

Levi sessiz kaldı.

"Şuna bak bizimkiler yokken zaman su gibi akıp geçti. Geceye gelirler yatmak için gerçi."

"Bu da iyi." dedim bir süre durdum. "Özür dilerim."

"..."

"Özür mü!? Duymayım bir daha."

"O zaman teşekkür ederim."

"Yah! Bu daha iyi."

Anlamsız konuşmalardan sonra Erwin geldi sessizce.

Ortam ciddileşmişti. Hanji;"Haberler nasıl?"

"Yeni bir görevimiz var." gözleri bana döndü. Anlamadığım bir burukluk vardı. Gözlerini geri çevirdi.

"Sarayda."

Sylvia'nın İsyanı (Snk Fanfic√)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin