section 8

96 11 10
                                    

16 Ekim 1999, Cumartesi

{Diana}
Gümüş bir hançerin sırtında yürümüş, düşmemek için birbirimizi devirmiştik ve işte buradaydık, yeniden. Bütün o olanlardan sonra yeniden Ravenclaw ortak salonunda, pencerenin önünde oturuyor olmak ve yıkıldığını gözlerimle gördüğüm her bir kulenin olanca heybetiyle gözlerimin önünde yükselmesini izlemek garip hissettiriyordu.

Sahneler bölük pörçük film şeritleriymiş gibi gözümün önünde uçuşuyordu, yeniden bir çığlık duyar gibi oldum ve bakışlarımı hızla pencereden uzaklaştırdım.

Bitmişti, sonsuza dek tarihin aşınmış sayfalarında yok olmuştu ama gölgesi, bir kez içine giren herkese düşmüştü. Bütün o dalgın bakışlar, aniden ürpererek kaçırılan gözler, hiçbir sebep yokken bir türlü geri gönderemediğimiz gözyaşları. Hepsi, bir türlü gün ışığına yeniden çıkamayan ve çırpınan kalplerimizi ayna gibi yansıtıyordu.

Ama bugün, düşüncelere dalmak için uygun zaman değildi. Kabuğumuza çekilip her gün aynı düşüncelerle kendimize eziyet etmek için, birimizin ölmüş olma ihtimalini düşünerek acı çekmek için yeterince zamanımız olmuştu. Yüzümüze gülümsemenin bir türlü oturmadığı yeterince gün geçmişti, bugün için tek istediğim sevgilimi tekrar gülümsetmekti.

Küçük bir kız çocuğunun hassas kalbiyle onu sevdiğimde en çok gülümsemesine bayılırdım. Tıpkı benim gibi perdelerin arkasında büyümüştü, tıpkı diğerleri gibi, ama dudakları sahici bir gülümsemeyle kıvrıldığında bütün o buzdan perdeleri düşerdi, hayatımda bunun kadar güzel başka hiçbir şey görmediğime yemin edebilirdim. Buzdan perdelerini eriten o gülüşünün ısısı göğsümden parmak uçlarıma yayılırdı.

Şimdi, artık küçük bir kız çocuğu değildim. Dünyayla tanışmak zorunda bırakılmıştım, korunaklı kabuğum geride kalalı çok olmuştu ve yara almıştım. Ağlamanın ne demek olduğunu gerçek anlamda öğrenmiştim, düşmüştüm, kanamıştım. Yıllar birçok şey değiştirmiş, bana kilometrelerce yol katettirmiş, düşmeyi ve kalkmayı öğretmişti. Değişmeyen tek şey, artık gözyaşları dökmüş kalbimin en çok sevdiği şeyin hala gülümsemesi olmasıydı.

Bugün onun doğum günüydü.

Sadece bir günlüğüne bile olsa, vaktimin çoğu onun değilmişçesine, düşünmek istediğim tek şey oydu. Bana altın ipeklere sarılarak getirilmiş hediyem için en minnettar olacağım gün bugün olmalıydı, o muhtemelen tarihi unutmuş olsa da.

Gülümsedim. Onu sanki kendi avuç içimin çizgilerini okurmuş gibi tanıyordum.

Yukarı çıkarak üstümü değiştirdim, artık kahvaltıya inmem gerekiyordu. Her sabah gereğinden erken kalkarak kendimle ilgilendiğim ve aynaya bakmaktan haz duyduğum her bir günü ayrıca özlüyordum, günün birinde yeniden aynaya bakmayı sevmeyi çok istiyordum çünkü bir süredir o aynalarda tek gördüğüm yıpranmışlıktı. Gülümsemelerim yüzüme kazınmış mimikler gibiydi, bir kukla oynatıcısı dudaklarımın ucunu kontrol ediyor, bana kıvırmam gereken zamanları söylüyordu. Ve o an bittiğinde, ipleri çözülmüş kuklalarım çaresizce yere düşüyor, donuk bir ifadeye dönüşüyordu. Bir tebessüm olarak yok olan kahkahaları özlemiştim.

Düşündüğüm her kanalın yeniden aynı alacakaranlık çökmüş sisli yola saptığını fark ederek gözlerimi aynadaki görüntüden kaçırdım, tarağı da elimden bıraktım. Toparlan, toparlan, toparlan.

constellations | malfoyHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin