12 Kasım, Perşembe
{Karen}
[2. Gün]Burası şimdiye kadar zindan olarak kullanıldığını gördüğüm her yerden daha garipti -ben en alt katı bodrum değil zindan olarak kullanılan bir malikanede büyümüştüm, zamanımın yarısı binanın altına katlarca inen ve aşağı doğru daha çok korkunç hale gelen iki farklı Malfoy'un 'şatolarında' geçmişti, alt katlar yerine en yukarıdaki kuleleri zindan olarak kullanılan Black Malikanesi'nde geçirdiğim hafta sayısından emin değildim ve bir Slytherin öğrencisiydim, ortak salonum zindanlardaydı; yani dürüst olmak gerekirse azımsanamayacak kadarının içinde bulunmuştum ve büyü tarihini incelerken birçoğunun da betimlenişini okumuştum ama burası hiçbirine benzemiyordu. Odalar yuvarlak, toprak birer kutuyu andırıyordu ve koridor boyunca devam ediyorlardı -beni en uçtaki odaya kapattıklarından koridor boyunca sürüklenirken gözlemleme şansım olmuştu. Sadece bu koridorun ileride daha geniş bir koridora açıldığını varsaydım çünkü toprak duvarlar gittikçe genişliyormuş izlenimi veriyordu.
İçinde bulunduğum odanın dışarıyla tek bağlantısı –şükürler olsun– tavanındaki gökyüzüne bakan parmaklıklardı. Ama yağan kar, hiçbir bariyere çarpmadan içeri girerek zemindeki toprağı cıvık bir balçık kıvamına getirmenin yanı sıra, yalıtımı sıfıra indiriyordu. Duvarların toprak olmasını başta bir avantaj olarak değerlendirdiğimden, herhangi bir zayıf nokta bulabilmek için saatler harcadıktan sonra onunda çamura bulanmış bir şekilde odanın en köşesinde bacaklarımı kendime çektim ve dişlerim birbirine çarparken hala ıslak olan paltoma sarıldım.
Muhtemelen hasta olacaktım ama mantıklı düşünemeyecek hale gelene kadar ortalama 20 saatim vardı. Bütün süreyi hiçbir zayıf noktası olmadığı bariz olan duvarları eşelerken belli ki daha sonra ihtiyacım olacak enerjiyi harcayarak harap edersem aptallık etmiş olurdum.
Bakışlarım hızla içeride lehime kullanabileceğim herhangi bir şey aramayı sürdürdü, yuvarlak şekilde oyulmuş toprak duvarlar artık umut malzemesi olmaktan çıkmıştı. Oda gerçek manada bomboştu, herhangi bir oturak; sıradan bir zindanda olacak basit bir pervaz bile yoktu. Ben de içerideki tek farklı şeye odaklandım; kapıya. Üstünde gözetleme deliği, pencere, hiçbir şey yoktu; asalarını aldıkları büyücü ve cadıların kaçmasıyla ilgili ufacık kuşku duymamaları içimde garip bir umutsuzluk yarattı ama başımı sallayarak yeniden odaklanmaya çalıştım.
Dikkatimi kapının en altında, zeminin biraz üstünde dikdörtgen şeklindeki kapak çekti ama ne olduğu hakkında oldukça güçlü bir tahminim zaten vardı. Beni ilk yakaladıklarında –yanlış, avuçlarına düştüğümde– kontrol ettikleri o liste neyin nesiyse, adı orada olan herkesi avlayana kadar çoktan avladıkları kurbanları henüz ellerini sürmeden ölmesinler diye verecekleri numunelik yemek ve suyu içeri bu şekilde sokuyor olmalılardı. Kıpırdatabilip kıpırdatamadığımı kontrol ettiğimde yerinden bir milimetre dahi oynamadığını gördüm, muhtemelen dıştan kilitliydi.
Geri dönüp duvarın kenarına yeniden iliştim.
Hayatımda ilk kez, dönüşebildiğimden beri ilk kez animagusumun dikkat çekmeyen ve küçük bir hayvan olmasını umdum ama şu durumda küçük aptal dileklerle elime hiçbir şey geçmezdi. Dışarıda neler olduğuyla ilgili merakım içimi kemiriyordu, kadının suratıma karşı çekinmeden öfkeyle hakaret edişini ve iri yarı büyücünün "Eğer suçsuz birine zarar verirsek Ölüm Yiyen'lerden bir farkımız kalmaz," deyişini aklımdan atamıyordum. Ortalama kaç kişi olduklarını bilmiyordum, hangi amaçla yaş grubu değişiklik gösteren bir liste dolusu insanı avlıyorlardı bilmiyordum, tıpkı Ölüm Yiyen'ler gibi bir çobanın güttüğü koyunlarlar mıydı bilmiyordum –nedense hiç sanmıyordum–, buradan ne zaman çıkabileceğimi, başıma ne geleceğini bile bilmiyordum; hatta çıkabilir miydim onu bile bilmiyordum.

ŞİMDİ OKUDUĞUN
constellations | malfoy
Fanfiction"you'll never be alone." jupiter, bellona, neptune and venus. ♪draco malfoy au.