section 32

30 2 160
                                        

/uzaklaştık,
new york ve londra,
şimdi bütün gördüğüm uzaktaki dar tepeler
bildiğim yollar şehirlere dönüştü
ve merak ediyorum, beni bekler miydin?
doğrusu,
ben çok uzaktayım
ama biliyorum, bekleyeceğim, bekleyeceğim, tam burada seninle birlikte,
şimdi çok geç olmuş olabilir,
ama ne derdin? ne yapardın?
two door cinema club, sun/

3 Temmuz 2004
volume i.

Kaç.
Bin yıldır yanan bir ateşe üflüyormuşum gibi nafile bir çabayla adımımı diğerinin önüne attım, sonra bir kez daha; hapisanemin duvarlarını tırmalıyormuşçasına bir zorlukla koşmaya devam ettim. Rüzgar yüzüme çarpıyordu ve kaslarım acıyordu, yorulmuştum, nefes almak soluk borumdan akciğerlerime kadar bir çizgiyi kırmızı kırmızı yakıyordu ve ne kadar solursam soluyayım nefes nefeseydim ama yaşıyordum, bu bedenin içindeydim ve canlıydım. Bütün o yanma ve acı beynime aylar öncesinde sıkışıp kalmadığımı hatırlatıyordu, sürekli bir uyarıcıydı, buradaydım ve takvim değişmeye devam ediyordu.

Kafamda görüntüler vardı; küçük bir çocuğun, genç bir oğlanın görüntüleriydi, başını hafifçe yana eğmiş, hiçbir şeyden haberi yoktu; gün ışığı solgun boynuna vuruyor, dudakları kıvrılmış, zihnimde bir köşede sakladığım beni mahveden bir imgeden ibaretti. Koparabileceği her parçayı kendine saklamaya kararlı hafızam adımlarımın ritmini aylar önce yanımda uyuyan aynı genç adamın düzenli nefeslerininkine uydurmuştu, hilal tıpkı o geceki gibi cılızca parlıyordu, ağaçlar bir sağa bir sola eğilirken kulağıma fısıldamayı hiç bırakmamış birbirine karışan seslerin şarkısını söylüyordu. Her gece birbirine benziyordu, hepsi aynı geceye dönüyordu.

Kaç.

Kaçacak hiç yerim yoktu ki. Dünyanın sonuna kadar kaçabilsem bile bu ritim, bu fısıltı, bu arkası kesilmeyen görüntü beni takip edecekti. Kendi kafamın içinde sıkışıp kalmıştım, sanki artık orada olmayan zincir boynumun etrafına dolanmıştı. Koşuyordum, derin bir nefes alabilmem gerekirdi, ama oksijensizlikten kaslarım yanmaya başlayana kadar unutuyordum bunu. Sağımdan solumdan insanlar akıyordu ve gözlerim, ışıkların aydınlattığı her sarışın gence takılıyordu; sanki onu ben bırakıp kaçmamışım gibi, utanmadan beni bulmasını bekliyormuşum gibi adımlarım sarsaklaşıyordu. Ama o sayfa kapanmıştı, biliyordum, bir zamanlar diye başlamaktan ileri giden cümlelerin gerçek olduğunu hatırlamak için dokunduğum kalbimin üstündeki küçük haçın soğukluğu bile silinip gitmişti. Geriye baktığımda hatalardan başka hiçbir şey görmüyordum ve bir de anılar vardı, fakat artık hangisinin gerçek, hangisinin benim kafamda yaşanmış olduğunu anımsayamıyordum. O ne anımsıyordu merak ediyordum, aklının köşesinde bir yerde yalancı sözler fısıldamaya devam edip etmediğimi bilmek istiyordum. Adını hatırlıyorum. Hala hatırlıyor muydu emin değildim, hatırlamasını çaresizce istiyordum ama bunu sesli dile getirmeye de yüzüm yoktu; o hakkı şafaktan saatler sonra sıcak kollarının arasından sıyrılıp kapıyı sessizce çekerken içeride bırakmıştım.

Yönümü değiştirdim, bir U çizerek geldiğim yöne doğru tempomu arttırdım. Mucize beklemenin bizim gibiler için aptalca olduğunu çok küçükken öğrenmiştim ama başka ne yapabileceğimi bilmiyordum. Dokunuşunu hala hissedebiliyordum, üstünden iki ay geçtikten sonra bile cildimde çizdiği yol altın sarısıydı. Gök gürledi, hatırladım, yağmurdan nefret eden o çocuğu hatırladım, ona odasında tek başına geçirdiği günleri hatırlatan fırtınalardan nefret eden oğlanı hatırladım ve merak ettim, hala damlalar camları boyarken yüzü düşüyor muydu merak ettim. Ben seviyorum diye yine de ıslanan oğlanın özlemediğini biliyordum ama bir haftamı isteyen genç adam beni özlüyor muydu merak ettim.

constellations | malfoyHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin