14. "Ölüm Meleğinin Öpücüğü"

69 8 1
                                    


14.Bölüm

"Ölüm Meleğinin Öpücüğü"

"Ölüm Meleğinin Öpücüğü"

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.

..

4 Kasım 2017. Bugünümüzün tarihi. Buse'nin gelişinin üzerinden 1 hafta geçmişti.

İnanmak çok güçtü ama o iyiydi. Gerçekten iyi.. Şoku atlatmamızın üzerinden çok geçmeden onunla konuşmuştuk. Eskisi kadar sık konuşmasa da normaldi, hiçbir şekilde kaza olayını açmıyorduk. Herkes çok mutluydu, herkes eski huzuruna kavuşmuştu ve ben de onların bu mutluluğuna gülücük maskeleriyle katılıyor, nadiren de olsa gerçekten iyi hissettiğim oluyordu. Bu 1 ay içinde onları ne kadar ihmal ettiğimi de anlamıştım böylelikle.. Onlarla iyi ve mutlu olduğumu görünce tuhaflık konusunu bir daha açmamak üzere kapatmışlardı, bu oldukça güzel bir haberdi benim için..

Bugünse ilk görevimin olacağı gündü. Hafta içi boyunca Aslı dışında pek kimseyle iletişime geçmemiş, zaten üzerimde olan bakışların etkisinden tamamile kurtulmuştum. Evde tek kaldığım günler dışında Aslı bana gelerek benimle kalmıştı. Ona belli etmesem de bu ince düşüncesi için minnettardım..

İzlediğim deniz dalgalarından kendimi alamazken iç geçirdim sessizce içimdeki bu tuhaf duyguların geçmesi dileğiyle. Neredeyse akşam olmuştu, gökyüzü bile eski neşesini yitirmiş, günden güne daha çabuk kararıyordu. Gün geçtikçe ben nasıl soluyorsam, günbatımları da aynı şekilde kendisini kaybetmişti. Bana gökyüzüm derdi, bak şimdi nasıl soluyor gökyüzün, deniz gözlüm. İki gökyüzü karşı karşıya, hangisi daha çabuk solacak diye inatlaşıyorlar sanki..

Titrek bir nefesle ciğerlerime doldurdum deniz kokusunu. Gözlerim direncini yitirmiş gibi dolmaya başlarken titreyen nefesimle gözlerimi kapattım. Nefes alamayacak kadar dolu, ciğerlerimde tek bir soluk taşıyamayacak kadar güçsüzdüm. Bu çaresizliğin ruhumu aldığı gibi er ya da geç bedenimi alacağı gün yakın gibi bir his saplanmıştı kalbime, çıkarmaya çalıştıkça kanıyor, kanadıkça yakıyor ve göğüskafesimi daha da dolduruyordu kırmızılarla..

"Göksu?"

Beklemediğim bir şekilde ismimin anılmasıyla gözlerimi araladım usulca ve esen rüzgarın çaprazı yönüne çevirdim başımı. Bunu yapmamla açık bıraktığım saçlarım rüzgarın etkisiyle yüzüme savrulmuştu. "Emir?" diye mırıldandım buraya nasıl geldiğini ve ya beni nasıl bulduğunu anlamaya çalışarak. Buna rağmen sesim beklediğimden daha zayıf ve durgun çıkmıştı, önemsemedim. Güçlü rolü yapmak beni fazlasıyla yormuştu.

Yüzündeki çözemediğim ifadesiyse yavaş adımlarla yanıma baklaştı gözlerini gözlerimden çekmezken. "Ne yapıyorsun burada?" Yüzü gibi duygusunu anlamdıramadığım sesiyle bakışlarım tekrar önüme döndü ağır ağır. Cevapsız sorusu asılı kaldı rüzgarlara. Sessizliğini korudu o da, dalgaların ve onlarla dans eden rüzgarların seslerini dinledik suskunluğumuzla. Dalgalar kayalara çarptı, içim titredi. Tıpkı içimdeki duyguların kalbime çarpması misaliydi her şey. Ne kadar şey varsa içime atıyor, duygularımın duygusuzluğuna bırakıyordum kendimi. Bir süre sonra kendi yıkık dünyamın ıssız sokaklarında tüm bu duygular uğultuyla yankılanıyor, yanmış kalbimi küle çeviriyordu. Nefes alamıyordum. Dalgaların sertçe kayalıklara çarpması misali duygularım içimdeki yaralarıma çarpıyor, yükselerek gözlerimden firar ediyordu. Gözyaşlarım birer birer pınarlarımdan sarkarak intihar ederken yapabildiğim tek şey denizin tuzlu sularına karışan gözyaşlarımı izlemek dışında bir şey olmuyordu..

Çıkmaz SokakHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin