Üzerimdeki korseyi biraz daha sıktırıp neredeyse iç içe geçecek olan kaburgalarıma aldırmadan yatağın üzerindeki siyah elbiseyi üzerime geçirdim.
Ne zamandır buradaydım haberim yoktu, sadece ellerim arasından kayıp giden gençliğime üzülüyordum. Artık saate bakmıyordum mesela, beni yöneten beynim değil onlardı. Onlar ne derse yapıyordum ve karşı çıkma yetkim yoktu. Mahkum ya da köle, her neyse oydum işte. Kendi seçim hakkım, özgürlüğüm yoktu ve ben bu şekilde yaşamak istemiyordum. Lisede olup bütün sınavlara çalışmak daha cazip geliyordu bana. Burada, ait olmadığım yerde yaşamak zordu. Özellikle kendi kanımdan olan birinin beni bu hale daha zordu.
Havanın daha da aydınlanmasıyla kahvaltı vaktinin geldiğini anlamıştım. Vakit kaybetmek istemediğimden, azar işitmek de olurdu, saçımı at kuyruğu yaptım ve küpelerimi taktım. Fazla uğraşmama gerek yoktu zaten. O beni her halimle beğeniyordu ya zaten. Sadece acı çektirmek için, benliğimi kendi kaburgaları arasında ezip yok olmamı istediği için beni beğeniyordu. Onun tek istediği benim yok olmamdı. Benim kaybetmem demek, onun belki de dünyanın en mutlu insanı olması demekti.
Ayağımdaki ayakkabıların ince iplerini de bağladım ve aynada kendime baktım. Aşırı güzel sayılmazdım, burnumun ve yanaklarımın üzerinde çok fazla dikkatli bakılınca fark edilebilecek minik çillerim vardı. Saçlarım koyu kahverengiydi, dudaklarım vişne çürüğü sayılırdı ama renklerini kaybetmişlerdi. En azından güzeldim. Onun beğenebileceği kadar güzeldim.
"Kahvaltıya efendim." Bu evdeki tek dostum olan kıza başımla onay verdim ve açık bıraktığı kapıdan çıkıp merdivenleri inmeye başladım. Bu evdeki tek işi yemek yapmak ve evi toparlamaktı. Odamı hep ben toplardım, çünkü belki de son günlerimdi bu odada. Büyük ihtimalle 2-3 gün sonra onun odasına yerleşecek ve onunla aynı yatağı paylaşacaktım. Düşüncesi bile midemi bulandırıyordu. Midemden başlayan sızı tüm vücuduma yayılıyordu ve bu berbattı.
Herkes sofradaydı, sadece iki kişi eksikti. Bir ben, bir de o. Onun yanına oturacak olmam bile kalbimi ezmeye yetiyordu. Nefret ediyordum ondan. Ondan ve herkesten.
"Sevgilim?" Solumdan gelen ses ve sağ elimi kavrayan elle birkaç saniye transa girerken ellerinin soğukluğu beni korkutmuștu. Onun elleri hep soğuk olurdu, ne benimki kadar sıcak ne de kalbim kadar ılık. Baştan aşağı buz gibiydi o. Bunu da biliyordu ya, inadıma elimi tutup sevgilim diyordu bana.
Yüzüne bile bakmadım, tuttuğu elimi yok saymaya çalışarak masaya ilerledik. O sol tarafa otururken sağındaki boş yere oturdum. Aslında bana göre bir aile yoktu ortada ama ailesi pek kalabalık değildi. Babası, annesi, ablası ve ben. Bir de benim annem. Tek çocuktum, babam yoktu. Zaten burada olmamın sebebi de babamın olmamasıydı ya.
Önümdeki yemeklere baktım. Midem bomboștu ama yemek yemek istemiyordum. Garip bir şekilde toktum. Bu da anlaşılan onun dikkatini çekmişti. Zaten dikkati hep üzerimdeydi ki, açığımı arıyordu.
"Yemeyecek misin?" Sesi yumuşak, tonu şefkatliydi. Buna kanacak değildim elbet, sadece gösteriş yapıyordu. İşe yaramıştı da anlaşılan."Aç değil misin?" Onun babasının, ismini anmak bile zordu benim için, sorusuyla hafifçe gülümsedim. Sahte ve içten olmadığı o kadar belliydi ki... En son ne zaman gerçekten gülümsemiștim bihaberdim. "Yiyeceğim." dedim başımdan savmak için. "Midem bulandı bir an."
Başını sallayarak önüne döndüğünde iç çekerek çatalımı elime aldım. Tam dibimde dururken yemek de yiyemiyordum işte. En sevdiğim yemek bile olsa boğazıma diziliyordu lokmalar. Ciğerlerim sızlıyordu.
"Size afiyet olsun." dedim önümdeki omletten bir çatal alıp. Yine arkamdan milyon tane şey diyeceklerdi ama kulaklarımı kapatmam lazımdı. Birkaç saatliğine buradan uzak kalmam bile benim için yeni bir başlangıçtı.
Odama çıkıp üzerimi değiştirdim ve bu saçma elbiseden kurtulup eşofmanımı giydim. Aynanın karşısına geçtim ve at kuyruğu yaptığım saçımı açıp topuz yaptım. Daha iyi gözüküyor gibiydim, en azından daha iyi hissetmiștim. "Sevgilim?" Duymaktan nefret ettiğim ses gittikçe bana yaklaşırken derin bir nefes alıp çıkıșan birkaç tutam saçı geri ittim ve yüzüne baktım. Yine laflarıyla delik deşik edecekti kalbimi ve artık hissetmiyordum bile.
"Bir yere mi gidiyorsun?" Tam arkamda durup enseme üflediğinde uyuștuğumu hissetmiștim ama eline koz vermeye de meraklı değildim. Omuz silkip aynanın önünden çekildim ve kapıya ilerledim. "Yürüyüşe."
"Çok uzaklaşma sevgilim." Sadece göz devirip odadan çıkmakla yetindim. Kimseyle muhatap olmamak için arka kapıdan çıktım. Konuşmak istemiyordum kimseyle.
Sahi, kaçıp gitsem ne olurdu? Beni bulamayacakları bir yere gitsem ve sıfırdan bir hayata başlasam, kimin ruhu duyardı?
×××
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Love Me The Way You Love Yourself
FanfictionChoi Lea, bir gece yarısı yaşadığı evden ve insanlardan kaçar. Karşısına çıkan genç ise onu 'o insanlardan' korumaya söz verir. ❁ ⇁ lee taeyong + girl, angst © jieiee [tamamlandı] ☇ hayrankurgu #698 kapak tasarım: @cherriolet all rights reserved