Taeyong'la gün boyu konuşmamıştık.
O bilgisayarın başına geçmişti, ben ise odama çıkmış ve birkaç şeyin yerini değiştirmiș, ardından da odayı temizlemiștim. Gün içinde elbette ki birbirimizle konuşmak zorunda kalmıştık ama bu konuşmalar, kelimeler o kadar soğuktu ki kendimi yine sonu gelmeyen büyük bir vicdan azabı çekerken bulmuştum.
Kediye mamasını vermiştim ve odamdaki bir pufu ona yatak olarak seçmiştim. Odayı temizlediğimden beri orada yatıyordu. Sabah Taeyong'la olan kavgamıza uyanıp yanımıza gelse de, tabiri caizse burun kıvırıp geri gitmişti. O bile ciddiye almıyordu bizi.
Taeyong'la konuşup bu soğukluğu ortadan kaldırmak istiyordum ama bir yanım bunu yapmamam gerektiğini söylüyordu çünkü neticesinde hâlâ bir yabancıydı, yakın arkadaş gibi oturup konuşamazdım onunla. Evet, aramızda bir duvar olmalı, kendimizi buna göre ayarlamalıydık ama bu kadarı nedense fazla geliyordu bana. Ne bileyim, onunla beraber televizyon izlemek ya da çay içmek istiyordum.
Farkettiğim bir başka şey ise bunların hiçbirini onunla yapmak istemememdi. Taeyong benim için daha önemliydi sanki. Onun canı acısa yanına gitmezdim ama Taeyong'un canı acısa koşa koşa giderdim belki de. Bunun sebebini bana yardım etmesine bağlıyordum. Başka bir şey bulamadığımdandı belki.
Koridordaki kitaplıktan aldığım kitabı okumak istiyordum. Ama ondan önce duşa girmem gerekliydi ama yine fikir değiştirip yarım saat kitap okuyayım, duşa da ondan sonra girerim moduna girmiş ve kitabımı elime almıştım. Saat 8 olmuştu ve yaklaşık 3 saattir Taeyong'u görmüyordum. Ne yaptığını da bilmiyordum, en son bilgisayarın başındaydı.
Gözüm solumda kalan komodinin üzerindeki zarfa takıldı. Parayı neye ya da nereye harcayacağımı bilmiyordum. Bir telefonum yoktu ve eğer başıma bir şey gelirse kimseye haber veremezdim, bu yüzden ilk olarak telefon almalıydım. Kalanı da kıyafete falan ayırır, gerektiği zaman evin ihtiyaçları için kullanırdım.
Son zamanlarda değiştiğimi hissediyordum. Ama bunun iyi mi yoksa kötü mü olduğunu bilmiyordum. Mesela onu düşünmemem ya da rüyalarıma girmemesi gerekiyordu ama hep tam tersiydi. Dün gece bile onu görmüştüm rüyamda. O evde kaldığım zamanlar aklıma bile gelmiyordu ama şimdi... Aklımdan çıkmıyordu ki. Nefesi bana kendimden daha yakındı. Onu neden gördüğümü bilmiyordum ve anlamdırmak istemiyordum. Onu bilmek ya da görmek istemiyordum. Zihnimdeki resmini yırtıp atmak istiyordum.
Kedinin olduğu yerde gerinmesiyle beraber ben de kitabımı bıraktım ve ayağa kalkıp kapının arkasından bornozu aldım. Bornoz diz kapaklarıma kadar geliyordu, klasik beyaz bornozlardandı işte. Banyonun ışığını yakıp içeri geçtikten sonra kapıyı kapattım ve aynada kendime baktım.
Eskiye göre daha iyi görünüyordum. Saçlarım dağınıktı. Saçımı komodinin çekmecesinde bulduğum tokayla topluyordum. Göz altlarım çökmüştü ama eskisi kadar kötü değildi. Dudaklarım rengini kaybetmiş gibiydi ama buna rağmen iyi görünüyordum. Eskisinden daha iyi göründüğüm açıktı. İlaçlarımı da içiyordum. Aslında içmeyebilirdim çünkü düzenli yiyordum, ilaçlık bir durum kalmamıştı ama en azından kutu bitene kadar kullansam iyi olurdu. Taeyong bir de vitamin ilacımın olduğunu söylemişti. Yüzümdeki hafif parlaklık belki de bu yüzdendi. Vitamin ilacı almama rağmen yorgun gözüküyordum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Love Me The Way You Love Yourself
FanfictionChoi Lea, bir gece yarısı yaşadığı evden ve insanlardan kaçar. Karşısına çıkan genç ise onu 'o insanlardan' korumaya söz verir. ❁ ⇁ lee taeyong + girl, angst © jieiee [tamamlandı] ☇ hayrankurgu #698 kapak tasarım: @cherriolet all rights reserved