Gece hep karanlık olurdu. Işığınız ise bir ampul olurdu bazen, ya da biri. Sizi koruyan ve size ev gibi hissettiren biri sizin ışığınız olurdu. Karanlık yollarda bile korkusuzca yürürdünüz, sadece elini elinizde hissetmeniz yeterliydi. Başınızı kalbine koyduğunuzda hissedebilmeniz mutlu olmanız için yeterdi.
Belki başımı Taeyong'un kalbine koyamıyordum ama en azından omuzunda dinleniyordum. Sol eliyle direksiyonu tutarken diğer eliyle de elimi tutuyordu. Saat 5 civarıydı ve etraf yavaş yavaş aydınlanıyordu ama hava soğuktu. Ama ben soğuğu hissetmiyorum, evimde gibiydim.
Bundan bir buçuk - iki ay öncesine kadar bu saatlerde yoldaydık yine. İkimizin de birbirimiz hakkında tek bildiği isimlerimizdi. Benim her şeyden, korkularımdan kaçan kız olduğumu bilmiyordu o zaman. Sadece yoluna gidiyordu, ben ise tüm umudumu ona bağlamıştım. Şu an bile umudumu yitirmiş değildim. Bu yol uçuruma bile çıkacak olsa korkmuyorum nedense. Sadece onunla olduğum zamana odaklanıyordum. Onunlaydım ve gerisi önemli değildi.
"Acıktın mı?" İşittiğim soruyla gülümserken reddettim onu. Bu soru bana bir kere daha sorulmuștu ve o zaman parmağımda yüzük vardı. Benim için hiçbir şey ifade etmeyen bir yüzük vardı. Tüm korkularım ve acılarım o yüzükle beraber giderken şimdi boynumda iz vardı. Bu iz mutluluğu hatırlatıyordu bana her seferinde. Her zaman bu umudun olduğunu, saf sevgiyi ve belki de baba sevgisini. Çok şey temsil ediyordu bu iz. Onun üzerine değen dudaklar yıldızlar kadar çok mutlu ediyordu beni.
"Emin misin acıkmadığına?" Arabanın farı yolu aydınlatırken bir kez daha reddettim onu. Bu zamana kadar hissettiğim açlık midemde değildi, kalbimdeydi. Aklımdaydı. Sevgiye açtım ve bunu şu an fazlasıyla alırken neden başka bir şeyi düşünecektim ki? Sevgi önemliydi, sevgi değerliydi. Sevgi belki de her şeydi.
Onaylamak için başımı salladım tekrar. Arabanın hafif sallantısı ile uykuya dalacağımı düşünmüştüm ama uyku girmiyordu gözüme. Taeyong'un uyumasını istiyordum bir an önce.
"Ne kadar yolumuz kaldı?" Ona daha da sokularak sorduğumda kısa bir süreliğine karşımdaki radyonun led ışığına bakmıştı. "Sen ne kadar olmasını isterdin?"
Gülümsedim ama cevabımı vermekten de geri kalmadım. "Seninle böyle durduğum sürece ne kadar olduğu sorun değil." Kıkırdayarak başıma bir öpücük kondurduğunda içime yayılan sıcaklığı hissettim. Birine sevginizi hissettirmeniz için sürekli öpüşmeniz gerekmezdi, sürekli beraber olmak zorunda değildiniz. Eğer yarım saniyelik süren bir öpücükle bile bunu hissediyorsanız gerisi önemli değildi. Anı yaşa derlerdi ya hani, bazen ne olacağını düşünmemek lazımdı.
"Babama benziyorsun." dedim bir anda. Bunu diyeceğimi düşünmemiștim ama bir anda çıkıvermiști dudaklarım arasından. Tepkisini göremiyordum ama tahmin edebiliyordum. Yine de başımı yasladığım yerden kaldırmadan konuştum.
"Çok benziyorsunuz. Ama özellikle tavırlarınız benziyor. Bana dediğiniz şeyler çok benzer."
"Baban ne demişti sana?"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Love Me The Way You Love Yourself
FanfictionChoi Lea, bir gece yarısı yaşadığı evden ve insanlardan kaçar. Karşısına çıkan genç ise onu 'o insanlardan' korumaya söz verir. ❁ ⇁ lee taeyong + girl, angst © jieiee [tamamlandı] ☇ hayrankurgu #698 kapak tasarım: @cherriolet all rights reserved