Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.
"Geç geldin."
Ayakkabılarımı çıkarırken başımı salladım ve aynı anda Taeyong kapıyı arkamdan kapattı. Kabanımı çıkarırken yüzüne bakıp gülümsemeye çalıştım. "Anca gelebildim. Biraz fazla vakit geçirdik."
Günlerden salıydı. Ne zaman giderdik bilmiyordum ama bu evde sonraki haftaya çıkmazdık. Onunla sürekli vakit geçirmeye çalışıyordum, bugün de geç çıkmıştım yanında ama ekstradan başka bir şey de yapmıştım ve belki de geç gelmeme değerdi. Taeyong başını salladı ve benden önce içeri geçti. Ondan önceki zamanlar hakkında hiçbir şey dememiști ki umarım konusu açılmazdı. İki gündür pek konuşmuyorduk. Saçımı başımı düzeltip ben de mutfağa geçtim.
Taeyong dolapları karıştırıyordu ki büyük ihtimalle abur cubur arıyordu. Onun yanından geçip tezgahın önüne gelirken ona baktım. "Kahve ister misin?"
Onaylayıp sandalyelerden birine geçtiğinde hemen yukarıda kalan dolaptan bardak çıkardım. Bir şey demek istiyor gibiydi aa çekiniyordu sanki. Her ne kadar 1 buçuk aya yakın vakit geçirmiş olsak da onu tanıyordum ama o aynısını benim için söyleyebilir miydi bilmiyordum. Son zamanlardaki hareketleri yüzünden darmadağınık hissediyordum. Bunun sebebi suratının asık olması falan değil bir şeylerden çekiniyor olmasıydı. Ben de üstüne düşmüyordum çünkü baskı kavramını yıllardır yaşayan biri olarak ona da yaşatmak istemiyordum.
"Ben salona geçiyorum, gelirsin." Ona dönmeden başımı salladığımda içimdeki saçma sıkıntı daha da büyümeye başladı. Ama yine de düşünmemeye çalışarak 5 dakika içinde hazırladığım kahvelerle beraber salona geçtim. Taeyong televizyonun tam karşısına oturmuştu ve bacaklarını da orta sehpaya uzatmıştı. Televizyonda açık olan şey bir yemek programıydı ama yemekle alakası yoktu onun, anlamıştım. Bir şeylerden tedirgin oluyordu.
''Kahve.'' dedim yanına çökmeden hemen önce. Başını sallayıp kahveyi aldığında yanına oturup bağdaş kurdum ve kahvemden içtim. ''Ne oldu?'' Başımı omuzuna koyarken yönelttiğim soruyla başını bana çevirirken uzanıp kahvesini sehpaya koydu. ''Berbat hissediyorum.''
''Neden?'' Ben de kahvemi sehpaya koyarken derin bir nefes aldı ve kumandadan televizyondaki programın sesini kıstı. Dudaklarını ıslattı, yüzünde anlamlandıramadığım bir ifade vardı ve çözmek çok zordu.
''O,'' dedi derin bir nefes alıp. Simasını hatırladım. Taeyong onu zikrederken nefes alırken benim nefesim tıkandı, nefessiz kaldım. Başını iki yana salladı ve yüzünü karşıya çevirdi. Bana bakmak zor geliyordu belki onun için. ''Ne zamandır?'' dedi ellerini ellerime getirirken. ''Ondan öncesi de mi vardı?''
Hatırlamıyordum. Onunla ilgili her şeyi yavaş yavaş unutmaya başlamıştım ama böyle bir soru sorması tekrar hatırlamamı sağlıyordu. O anılar aklıma doldukça başım dönüyordu. ''Bunu konuşmak zorunda mıyız?'' İsyankar bir sesle sorduğumda sesli bir şekilde nefes aldı. Yüzünü bana dönmedi ama aklında dönüp dolaşan tilkileri görebiliyordum. Bir şeylerden şüpheleniyordu.