22- he promised.

345 52 66
                                    

Sabah uyandığımda yatağımda tektim

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.

Sabah uyandığımda yatağımda tektim. Zaten öyle olmasını da umuyordum ama son şeyden sonra belki yanımda bekler diye ummuștum. Elbette ki yapmak zorunda değildi, sadece kendimi kandırmaya çalışıyor ve beni önemsediğini kendime aşılıyordum. Yoksa öyle bir şey yoktu, Lee Taeyong şaşırtmazdı.

Vücudumda anlamdıramadığım bir yorgunluk vardı. Başım ağrıyordu. Çeşmeden bir bardak su aldım ve kasanın hemen arkasında bulunan tabureye oturdum. Öğlen yemeği yememiștim çünkü yarım saat sonra eve gidecektim, pek aç hissetmiyordum zaten. Dibini getirdiğim bardağı tezgaha koydum ve sırtımı geriye atarak belimi kütlettim. Her tarafım tutulmuştu. Derince bir nefes aldım ve arkamı dönerek Daesun'a baktım. Kardeşinin durumu iyiye gidiyordu, ilaç alabilmişti sonunda. Para umrumda değildi, sadece iyileşmesini istiyordum o kızın. Daesun uyuyordu. Hastanedeyken uyumadığını biliyordum, ona gidip uyumasını söylemiştim. Sabahtan beri ben yapıyordum onun işlerini. Yorgun olmam umrumda değildi onun durumunun yanında.

Kafe boş gibiydi. Bir iki kişi vardı sadece. Akşam vakitleri olduğundan pek kimse yoktu zaten. Kapı açılırken başımı uzatıp gelene baktım. Kargo gelmişti. ''Choi Lea?'' diyerek bana baktı şapkalı adam. Ben olduğumu belirtmek istercesine başımı salladım. ''Bu size gelmiş, iyi günler.'' Kutuyu önüme bıraktıktan sonra başıyla selam verip geldiği gibi geri çıktı. Anlam veremesem de kutuyu kendime çektim ve inceledim. Minik bir kutuydu, siyahtı. Aslında siyah olan dışındaki hediye paketiydi. İç çekerek paketi yırttım ve karşıma çıkan mavi kapaklı kutuya baktım. Kapağı kaldırdım. Kaşlarım çatılırken yutkundum. 

Bir mektup vardı, ya da zarf, her neyse. İçini açtım, bomboştu. Zarfın arkasını çevirdim. 

Beni özledin mi sevgilim?

Başımdan aşağı kaynar sular dökülürken ellerim titremeye başladı. Bu aynıydı. Taeyong'a gelen zarf ile aynıydı. Üzerindeki yazı bile aynıydı. Bitmiştim.

Yakındı. Bana benden bile daha yakındı. Belki de yanımdaydı şu an, beni izliyordu. Titreyen ellerimle zarfı köşede duran çantamın içine atarken çantamı koluma takmadan hemen önce önlüğümü çıkardım. ''Daesun, ben çıkıyorum.'' Anında uyanmıştı. Uykulu olsa da başını salladı ve toparlanmaya çalıştı. Ayılıp ayılmadığına bakmadan koşar adımlarla çıktım kafeden. Ölecektim. Sonum gelmişti. Ev kafeye yakın sayılırdı, 15 dakikaya evde olurdum.

Korkuyordum. Köşeye atmak istediğim korkularım tekrar baş gösteriyordu. Bundan sonrası belliydi, kesinlikle ölecektim. Yutkunarak adımlarımı hızlandırdım. Tepki çekmemek için etrafıma bile bakamıyordum korkudan. Bir anda kafama bir darbe gelseydi mesela, sırtımda bir acı hissetseydim? Göremiyordum, etraf bulanıklaşıyordu. Ölmek istemiyordum.

Sonunda eve geldiğimde ayakkabılarımı hızla çıkardım ve soluklandım. Benim yüzümden Taeyong da tehlikeye girmişti. Pisliğin tekiydim. Zili çaldığım anda kapı açıldı. Taeyong'un kaşları çatılmıştı. ''Koşar adım geliyordun, bir şey mi oldu?'' Yutkundum tekrardan, önümde iki seçenek vardı ama ben hiçbirine inanmamayı tercih ettim.

Love Me The Way You Love YourselfHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin