17- a lying friend.

342 53 19
                                    

"Taeyong abi arıyor

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.

"Taeyong abi arıyor." Elimdeki bulaşığı bırakıp Daesun'a döndüğümde elindeki telefonu bana doğrulttuğunu gördüm.

Taeyong geçen iki güne göre çok daha iyiydi. Aklımda milyon tane soru vardı ama dillendirmeye korkuyordum. Neden bilmiyordum ama söylemek zor geliyordu. Düşünmek kolaydı ama dışa aktaramıyordum. Mesela geçen gün beraber alışverişe çıkmıştık, kendime de birkaç şey almıştım. Bana o kadar yakın davranmıştı ki aklıma başka bir düşünce gelmemişti. Çok garipti, çok.

"Ellerim sabunlu, kulağıma tutar mısın?" Ricamı kabul edip aramayı cevapladı ve telefonu kulağıma yaklaştırdı. "Alo?"

"Alo?" diyerek cevapladım Taeyong'u. Bir yandan da elimdeki bardağı yıkıyordum.
"Bu öğle arası boş musun?" Kaşlarım istemsizce çatılırken başımı kaldırıp karşımda kalan saate baktım. 15 dakika sonra öğle arasına girecektik. "Galiba." dedim kararsızlıkla. "Ne oldu?"

"Yemek yemeye gidelim. Sürprizim var sana." Başımı çevirip Daesun'a baktım. Patron izin verir miydi bilmiyordum. Bana bakıp gülümsedikten sonra hızla başını salladı. Galiba bu izin çıkabilir anlamına geliyordu?

"Patrona sormam lazım," diyerek bahane attım ortaya. Daha ilk haftadan kaçamak yapmak pek de iyi bir şey değildi. Daesun göz devirip omzuma vurdu. Evet, izin vardı ama ben gitmemekte ısrar ediyordum. Hepsi de onun yüzündendi zaten. Her şey.

"Tamam. 20 dakika sonra gelirim ben. Olmazsa bir de ben konuşurum." Telefon kapandığında elimi silip Daesun'a döndüm. Ne sürprizi olduğunu bilmiyordum ama acelesi mi vardı ki? Haftasonu da olabilirdi mesela?

"Patron bir şey demiyor merak etme. İşinin olduğunu söylerim."

"Emin misin?"

"Merak etme, çok iyi tanıyorum onu. Hadi git hazırlan sen. Gelince anlatırsın ne olduğunu." Konuşmama izin vermeden beni sırtımdan ittirerek arkaya ilerletti. Gülerek kapıyı üzerime kapattığında iç çekerek üzerimdeki önlüğü çıkardım. Makyaj yapmalı mıydım?

Çantamdan aldığım pembe parlatıcıyı sürdüm. Zaten nereye gideceğimizi bilmiyordum, süslenmek saçma olurdu. Yani... Farklı anlayabilirdi.

Taeyong geldiğinde Daesun göz kırpmıș ve beni uğurlamıștı.(?) "Nereye gideceğiz?"

"Sürpriz." Dudaklarımı birbirine bastırdım ve başımı salladım. Umarım uzak bir yere gitmezdik çünkü vaktim sınırlıydı. Taeyong yolları geçerken ben de yola bakıyordum. Sebebini bilmiyordum ama ısrarla konuşmuyorduk. İkimizin de aklında çok fazla düşünce vardı ama dışarı çıkamıyordu ki o aptal kelimeler... En çok da buna sinirleniyordum.

"Nereden çıktı bu bir anda?" diyerek sohbet başlatmaya karar verdim. Omuz silkerek dudaklarını ıslattı. "İş hediyen gibi düşün." Anlam veremedim. Önüme dönmeden hemen önce onu inceledim. Koyu kahve saçları hafiften dağılmıştı. Altına koyu yeşil asker desenli bir pantolon giymişti ve üzerinde de siyah düz bir hoodie vardı. Havalar soğumaya başlamıştı, ben de onun gibi giyinmiş sayılırdım.

Love Me The Way You Love YourselfHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin