"Bir saatlik yolumuz kaldı."
Taeyong'un sesiyle uykumdan uyanmıştım. Güneş doğuyordu, üzerime Taeyong'un verdiği hırkayı örtüp uyuyakalmıștım. Başım birkaç kere cama çarpmıştı ama bunu da başımı geriye yaslayarak halletmiştim. Her ne kadar boynum ağrısa da.
Taeyong da sigara içmiş olmalıydı, hafif sigara kokusu vardı arabada. Camı açıktı ve ikimizin koltuğunun arasında bir poşet vardı.
"O ne?" dedim poşeti göstererek. Omuz silkti ve dudaklarını ıslattı, bakışlarım bir an oraya kaysa da kendimi toparladım."Şarap. İleride sahil var, otururuz." Tanımadığım birine bu kadar yakın olmak ürkütüyordu beni, her ne kadar içten içe korksam da yapacak bir şeyim yoktu. En azından gidene kadar ona güvenmek zorundaydım. Gidene kadar.
Sonra ayrılacaktım.
"Marilyn Monroe..." diye fısıldadı arabadaki sessizliğe. Kaşlarım çatıldı ve tekrar yüzüne baktım. "Ne?"
" 'O zaman neden o kadın senin olsun ki?' diyor. Mükemmele sahip olamayacağımızı söylüyor." Diyecek bir şey bulamayınca başımı salladım, minik çaplı bir kahkaha atıp omuz silkti.
"İkimizin de hayatı iniş-çıkışlarla dolu olmalı..." diye konuştu tekrardan. Ortada bir konu yoktu ama neden buraya gelmiştik anlamamıştım. Sadece başımı salladım, sabit bir çizgide durmamıștım.
"Ve ben de, tanımadığım birine bu iniş-çıkışlardan bahsedeceğim bu gece. Denizi izlerken."
Titredim, nedenini çözemiyordum ama o anlar aklımda canlanınca üşümüştüm. Onunla beraber deniz kenarında oturup şarap içme düşüncesi garip bir şekilde titretmiști beni.
"On dakikaya orada oluruz." Başımı salladım, itiraz etme hakkına sahip değildim. Sağımdan doğan güneşi izlemeye karar verdim ben de.
O evdeyken sürekli gün batımını izlerdim. Sabahın en erken saatinde kalkar ve sırf güneşi görmek için ayakta dikilirdim. Güneşi yașayamamıștım çünkü. Olmamıştı. Olduramamıștım. Aniden verdiğim bir kararla buralara kadar geleceğimi bilmiyordum. Ani kararlar verdiğimizde aniden hayatımız da değişiyordu işte.
Başımı tekrar geriye yasladım ve gözlerimi kapattım. Midem bulanmaya başlamıştı ve inip kusmak da istemiyordum. Büyük ihtimalle araba tutmuştu. Zaten hep araba tutardı beni, onunla bir yere gittiğimizde de sürekli midem bulandırdı ve bunu bilmesine rağmen durmazdı. Biliyordu ki amacına ulaşacak ve beni yakıp yıkacaktı. Her ne kadar olmasını istemesem de beni bulacağı düşüncesi aklımda dolaşıyordu. İliklerime kadar korkuyordum, eğer bir kere daha yakalanırsam, bu defa yakalanırsam beni affetmezdi. Ölene kadar o evde olmak zorunda kalırdım.
"Geldik." Doğan güneşin ışıkları suya vurup güzel bir görüntü oluşturuyordu. Hafif bir esinti vardı, denizin kokusu geliyordu ve arabadaki sigara kokusunu biraz da olsa bastırıyordu. Taeyong da benim gibi birkaç saniye denize baktı ve ardından aramızdaki poşeti alıp arabadan indi. Ben de onu bekletmeden arabadan inip peşine takıldım. Yol bomboş olduğu için hızlıca karşıya geçtik ve kumlara bastık.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Love Me The Way You Love Yourself
FanficChoi Lea, bir gece yarısı yaşadığı evden ve insanlardan kaçar. Karşısına çıkan genç ise onu 'o insanlardan' korumaya söz verir. ❁ ⇁ lee taeyong + girl, angst © jieiee [tamamlandı] ☇ hayrankurgu #698 kapak tasarım: @cherriolet all rights reserved